Hayatlarını, hayallerini Sirkeci’de tahta bavula sığdıran insanlarımız…

0
614

Mehmet Tanlı

Türkiye ve Almanya arasında imzalanan işgücü anlaşmasının üzerinden tam 60 yıl geçti…

31 Ekim’de Almanya’ya işgücü göçünün 60. yılı Almanya’nın bir çok şehrinde bir dizi etkinliklerle kutlandı ve hala da kutlanıyor. Acılarıyla, sevinçleriyle, zorluklarıyla ve başarılarla dolu bir 60 yıl geride kaldı.

Almanya’yı yöneten devlet yöneticileri başta Cumhurbaşkanı Frank Walter Steinmeyer ve Başbakan Angela Merkel olmak üzere bir çok Alman kurumu 60. yıl nedeniyle Almanya’daki Türklere övgü dolu sözler söyleyerek Alman ekonomisi ve toplumuna katkılarını belirtip, göç nedeniyle teşekkür ettiler.

Türklerin Almanya’ya göçünün buradaki topluma büyük sosyal etkileri olmuştur.

Göçün 60’ıncı yılında Almanya’nın göç ile çehresi değişmiş, toplum çok kültürlü olmuştur.

Bu arada ikinci göç dalgası da Türkiye’deki 12 Eylül 1980 faşist darbesiyle yaşanmış olup bir çok muhalif, ilerici sendikacı, yazar, aydın, gazeteci, bürokrat, entelektüel Almanya’yı zorunlu olarak yurt edinmiş ve buraya sürgüne gelmişlerdir.

Başlangıçta Türkiye’den gelecek o zamanki tabiriyle “misafir işçilerin” sadece bir süre Almanya’da çalışacakları, birikim yapıp daha sonra ülkelerine dönecekleri düşünülmüştü.

Ama öyle olmadı. İlk gelenler gitmediği gibi ailelerini de yanlarına aldırdılar.

Engeller aşılarak bugünlere gelindi.

Türkiye’de sıkı tıbbi kontrollerden sonra Almanya’ya çalışmaya gelen 1. kuşaktan vatandaşlarımız en verimli çağlarında en zor işlerde çalışarak hem Alman ekonomisini ayağa kaldırdılar hem de kendileri para, pul sahibi olup hayalini kurdukları Türkiye’dekinden daha da iyi bir yaşama kavuştular.

Özellikle dilini bilmeyip, kültürünü tanımadığı bir toplumda tutunmak, ayakta kalmak, çocuk yetiştirmek, buraya entegre olmak, uyum sağlamak hiç de kolay şeyler olmasa gerek.

Büyüklerimiz ilk yıllarda burada dışlandılar, hor görüldüler, çok sağlıksız yurtlarda bir odada beş kişi kaldılar; hafta sonu, tatil demeyip dinlenmeden çalıştılar ama yılmadılar. Evleri kundaklandı, insanlar sağ teröre kurban gittiler; aileler parçalandı, kuşaklar arası kültürel çatışmalar yaşadılar ama pes etmediler.

60 yıl önce atılan bu imza ile Türkiyeliler Almanya’yı yanların da getirdikleri kimlikleri, kültürleri ile zenginleştirdiler; topluma renk kattılar. Bugün bizlersiz Almanya’yı düşünmek çok zor.

Almanya’da 3 milyonu geçen nüfusumuzla ilk gelenlerin torunları bilimden spora, sanata; ekonomiden siyasete; sosyal alanlardan gastronomiye kadar hayatın bir çok alanında varlar ve başarılılar.

Az çocuk yapan Almanların ileride de daha fazla göçmene ihtiyaç duyacağı aşikardır, yani göçmen nüfusu Almanya’da artmaya devam edecektir. Almanya artık bir göç ülkesidir.

Her dört kişiden birisi göçmen kökenlidir.

Federal göç ve mülteci dairesinin verilerine ve 2019 istatistiklerine göre, Almanya’da yaşayanların dörtte birinin, ya kendisi ya da ailesi göçmen olarak Almanya’ya gelmiş. Bu büyük bir oran. Bu oran gençler arasında ise daha da yüksek. Almanya’da çocuk ve gençlerin yüzde 40’ı göçmen kökenli.

Yani bizler artık burada “misafir” değiliz.

Bu bilinçle yaşar, çocuklarımızı dünyaya açık, Alman ya da diğer yabancı akranlarıyla rekabet edecek şekilde hoşgörüyle, sabırla, sevgiyle yetiştirir; onların meslek ve yüksek eğitimine yatırım yapar, destek verirsek ilerde Almanya’yı bizim çocuklarımız Almanlarla ve diğer göçmenlerle birlikte yönetme hakkına sahip olacaklardır.

2. Dünya Savaşı’nda yerle bir olan ama şimdi Avrupa’nın en büyük, dünyanın ise dördüncü büyük ekonomik devi olan Almanya’nın bu seviyelere gelmesinde 60’lı yılların başında taşını, toprağını, çorunu, çocuğunu, ailelerini bırakarak Almanya’ya gelen; en ağır işlerde çalışan, üretime katkı sağlayan göçmenlerin katkısı asla inkar edilemez.

Bu göç serüveninde çalışkanlıklarıyla şu an çoğu hayatta olmayan, rahmetle andığımız, hayatta olanlara sağlık dilediğimiz birinci kuşaktan insanlarımız burada derin izler bırakmışlardır.

Tüm bu tarihi ve pozitif gelişmelere rağmen Almanya’daki Türk toplumunun sorunları da bulunmaktadır. Madalyonun iki yüzü var çünkü.

Küsmememiz, içimize kapanmamız gerekiyor.

Almanya’daki Türkiyelilerin en büyük sıkıntısı ise sokakta, işyerinde bazen de devlet dairelerinde, iş ya da meslek kursu aramalarında maruz kaldıkları ırkçılık, ayrımcılık.

Ve yine bir bölümünün buradaki toplumsal yaşama katılamamaları, sosyalleşememeleri, kendi küçük dünyalarında izole yaşamaları ilk ırkçı olayda küsüp, içlerine kapanmaları.

Bu son derece yanlış bir tutum ve karardır.

Maalesef bugün Almanya’ya gelen mültecilere ve balkanlardan gelen AB vatandaşı göçmenlere tanınan ücretsiz dil kursu, sosyal imkanlar, danışmanlıklar, krediler bizim büyüklerimize yani birinci kuşağa tanınmadı.

Her ne kadar Almanya Başbakanı Angela Merkel 2006 yılında göçmenler ile hükümet arasında diyalog oluşturulabilmesi için Uyum Zirvesi’ni hayata geçirse de, İslam konferanslarını düzenlese de Almanya Uyum politikalarında geç start aldı.

Hala çözüm bekleyen çok sorun var burada. Uyum için sadece göçmenlere değil “ev sahibi” Almanlara, tüm topluma da büyük görevler düşüyor.

Almanya’da özellikle Ortadoğu’da ve Avrupa’da kanlı eylemler yapan IŞİD’in, El Kaide’nin, Taliban’ın eylemlerinden dolayı evlerdeki ekranlara yansıyan görüntüler, haberler İslam ve Müslümanlar konusunda büyük korkular, endişeler yaratıyor.

Ben yine de Alman toplumunun çoğunluğunun ırkçı olmadığına inanıyorum ama küçük ırkçı bir azınlık göçmenleri işsizliğin sebebi; suç işleyenler, kriminal insanlar olarak yani genelleme yaparak mantıksız biçimde hep hedef olarak gösteriyor.

Almanlarla aramızı Türkiye’deki hükümetle yaşanan gerginlikler de açıyor.

Sorunlarımızın çözümü için krizli dönemlerde Ankara ile Berlin armonili, uyumlu çalışmalılar. Almanları aşağılayan, onlara ağır sözler sarf edilmemeli, daha nazik olunmalı, farklı bir diplomasi dili kullanılmalı. Oradan her sözlü saldırı burada sokağa, devlet dairelerine bizler açısından olumsuz yansıyor, bu bilinmeli.

Bizler iki ülke arasında köprüyüz bu köprü sağlam kalmalıdır.

Bu nedenle göçmen dernekleri ve insanlarımız yerelde; eyalet ve federal düzeyde kamusal yaşamda görünür olmalı, uyum projeleri geliştirmeli, onlara katılmalı, devletten destek alıp tek başına ya da büyük Alman Sosyal Kurumlarıyla birlikte çalışmalılar.

Vatandaşlarımız siyasete ilgi göstermeli, siyasi partilerde aktif ve pasif çalışmalı, seçimlerde aday olmalılar. Daha çok eğitimli gençlerimiz devlet dairelerinde yani bakanlıklarda, belediyelerde, valiliklerde, finans dairelerinde, emniyet ve adli mercilerde de çalışmalılar.

Ben gençlerimizden umutluyum. Onlar da aile büyükleri gibi tüm engellere ve engellemelere rağmen Alman disiplini ile Anadolu-Türk cesaretini, kişisel yaratıcılığı birleştirerek, ortaya koyarak bu toplumda mutlaka önemli yerlere geleceklerdir.

Almanya’ya göç bence Türk kökenliler açısından korona aşısını geliştiren Uğur Şahin ile eşi Özlem Türeci bazında ve alanlarında başarılı daha bir çok insanımız nedeniyle de bir başarı hikayesidir. Sorumluklar unutulmadan başarılar öne çıkarılmalıdır.

İşte 31 Ekim 1961’de Sirkeci garında başlayan hayatlarını tahta bavullara sığdıran insanlarımızın hikayesinin çok kısa özeti böyle.

Keşke ülkemiz Türkiye iyi yönetilse de insanlar başta yoksulluk olmak üzere farklı nedenlerden dolayı doğdukları, yaşadıkları ülkeleri terk etmeselerdi, orada kalsalardı insanlarımız.

Çünkü konumunuz ne olursa olsun, ister fakir ister zengin ol gurbetteysen hep garipsin, için bir türlü buruk ve özlem kokuyorsun.

Nankör olmadan yine de bir çok insanımıza bu 60 yıllık göç sürecinde demokratik-özgür bir ortamda bir perspektif, gelecek sunan, çalışma, eğitim alma ve yaşama şansı veren Almanya’ya ve dost olan Almanlara teşekkürler.

60. yılda gurbeti ikinci vatan eyleyenlere selam olsun…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.