İşçi sınıfı dağınık ve örgütsüz. Hareket neredeyse tam dibe vurmuş ve ağır ağır çürüyor. Burjuvazinin AKP eliyle yürttüğü saldırılara karşı karşı herhangi bir direniş gösterilmiyor. Kısa dönemli basit protestolarla süreç pekiştiriliyor. AKP bu durumda hamle üstüne hamle yapıyor. Önce yeni bir sendika ve toplu sözleşme yasasını gündeme getirdiler.
Tam da bu yasa tartışılırken, ‘’Doğu’ya Özel’’ asgari ücret haberleri göze çarpmaya başladı. Hazırlıkları ‘’bölgesel asgari ücret’’ diye çok önceden yapılan bu uygulamayla, Kürt illerinde sömürü üçe dörde katlanacak, açlık sınırının altında olan asgari ücretin yarısına işçi çalıştırılarak ucuz işgücü sayesinde kapitalistler bölgede rekabet gücü bulabileceklerdir. Kürt illerinden kölelik koşullarında çalışacak yüzbinlerce insan ve yine karşılığında batıda işsiz kalan yüzbinlerce insan pahasına elde edilecektir bu rekabet gücü. Bu durum batıda da işçiler kölelik koşullarına zorlayacaktır. Çünkü direniş olan her fabrikada, kapitalistler, fabrikayı kapatma ve kürt illerine kaydırma tehditini kullanabilecektir. İşçi sınıfının iş koşulları ve yoğun işsizlkle köle ücretine razı edildiği ekonomik kuşatma böylece derinleştirilmektedir.
Yani sendika ve TİS yasasıyla işçi sınıfının örgütlenmesine de yeni engeller konuluyor ve kuşatma tamamlanıyor. Her zamanki iki yüzlü demogojiyle ‘’reform’’, ‘’engeller kalkıyor’’ denilirken varolan engeller derinleştiriliyor. Örneğin toplusözleşmede baraj yüzde 3’e iniyor ancak işkolu sayısı 28’den 18’e düşürülerek yüzde 10 barajı aynen korunmuş oluyor. Hava yolları işçilerine fiili grev yasağı getiriliyor. Lokavtın alanı genişletiliyor vb. vb.
Burada esas olan bu saldırıdan çok burjuvazinin saldırıya cesaret edebildiği ortamın varoluşudur. Burjuvazi her zaman sınıfın birliğini, hareketini, eylem gücünü, dayanışmasını kırmaya çalışmakta, bir sınıf örgütüyle, bütün olarak sınıfla değil, tek tek işçilerle pazarlığa oturmayı tercih etmektedir. Sınıf çıkarı bunu gerektirir. Böylece işçiyi en az ücrete razı edebilir ve iş güvencesinden yoksun bırakabilir. İşçiler arasındaki rekabeti körüklemek ve sömürüyü derinleştirmek, işgüvenliğinin olmadığı koşullarda daha kolay olmaktadır.
Buna karşı işçiler de örgütlenerek, dayanışma içinde, aynı işyerinde aynı patrona karşı pazarlığa daha güçlü oturmayı tercih eder. Sendika işçilerin ekonomik ve demokratik örgütlenmeleridir. Tek tek işyerlerinden başlayarak ülke ve dünya çapında işçilerin bir sınıf olarak birliğini sağlar.
Bugün varolan sendikaları ise işçileri bir sınıf olarak birleştirmek şöyle dursun, birliğin önüne barikat kuran, işçi sınıfını burjuvazi adına kuşatan bir tarzda hareket ediyorlar. Burjuvaziyle öyle işli- dişli hale gelenler var ki, yeni üye yapmak için kıllarını kıpırdatmadıkları gibi, birkaç fabrikada bir yerde sendikalaşma mücadelesi verip kendilerine başvuran işçileri sendikaya kaydetmemek için bin takla atıyorlar. Bu yüzden bugün sendikaların; üç konfederasyon ve bir kaç bağımsız sendikanın toplam üye sayısı bütün işçilerin yüzde 6-7’sini bulmuyor. Denizli’de 40 bin tekstil işçisinin içinde sendikalı işçi sayısı yalnızca 34’tür ve bu 34 işçi de geçici statüdedir. Yani sıfır örgütlülük Denizli’de hayata geçmiştir. Çalışma koşulları ve ücretler bu kadar kötüyken, kendiliğinden bir mücadele ve örgütleme çabalarının patlama yapması gerekirken, tersine gerilemenin ana nedeni sendikaların yönetim, bileşimi, iç işleyişi ve esasta işçisiz sendikacılık, grevsiz pazarlık anlayışıdır.
SENDİKALAR İŞÇİ ÖRGÜTLERİDİR
Tekeller tüm alanları zapturapt altına aldıkça dünün beyaz yakalıları işçileşmeye başlıyor. Mühendisler, mimarlar, avukatlar, doktorlar, öğretmenler, teknisyenler, muhasebeciler, kafe- dükkan sahipleri, tamircilerin bir kesimi üretim ve yeniden üretim sürecindeki eski yerlerini kaybediyor ve bir kapitaliste bağlı işçi haline geliyorlar. Dolayısıyla işçi sınıfı nicel açıdan büyüyor, genişliyor. Sendikalar bu gelişmeyi henüz kaldırabilmiş ve bir güce çevirebilmeyi öğrenebilmiş halde değildir.(İşçi sınıfının siyasal örgütlenmeleri de henüz bu süreci kaldırabilmiş değildir)
Sendikaların, işçi sınıfının mücadele örgütleri halinden çıkıp bürokratik, yoz örgütlenmeler haline gelmeleri, işçi sınıfının nicel gelişimini gözardı etmeleri, hatta buradan çıkıp sınıf sendikacılığının yerine ‘’çağdaş’’, ‘’yeni’’ gibi sıfatlarla sınıf işbirlikçisi çizgiyi sınıf içinde açıktan savunmalarına da zemin hazırladı. Yıllardır toplu sözleşmelerde işçilerin taleplerini bastırıp, burjuvalar lehine sözleşme imzalayan sendikalar, ‘’SIFIR GREV’’ rekorunu 10 seneden fazladır sürdürmeyi başarmaktadır. (2011 yılında toplam grevci sayısı 16-17 bin arasındadır) Her şeye rağmen greve çıkılan fabrikalarda sendikaya rağmen grev kazanımla sonuçlandığında, sedikalar öncü işçilerin işten atılmasına ses çıkarmıyor, çoğu zaman ise bunu patronla beraber planlıyor ve işçileri de ikna ediyor. Türkan ALBAYRAK tek başına yürüttüğü direniş sırasında ‘’beni satacak sendikam olmadığı için şanslıyım’’ demiştir. Örgütsüzlüğe teşvik edici gibi algılanabilecek bu söz esasta varolan sendikaların niteliğini özetlemiş, ortaya koymuştur.
Sendikalar işçi örgütleridir. İşçilerin ekonomik, demokratik mücadele ve dayanışma araçlarıdır. Bugün burjuvazi tarafından ele geçirilmiş olmaları bu gerçeği değiştirmez. Aksine sendikaların işçi örgütü kimliğini yeniden kazanmalarının önemini gösterir.
Bugün yeni yasayla gelen tasfiyede hedeflerden biri, sendikalar içinde dinamik bir potansiyeli –sendikacılara rağmen- hala devam eden DİSK’i, TÜRK- İŞ’i kimi sendikaları kapanmaya zorlamak, HAK-İŞ’i güçlendirmek ve grevsiz bir iş yaşamını sendikal güvenceye almaktır. Plan memur sendikalarında işletilmeye başlamıştır. Ancak görülmelidir ki, DİSK zaten bitmiş haldedir. Birleşik Metal İş de olmasa DİSK’in varlığı görünmez haldedir. Bunca saldırıya karşı üyesi işçileri bile harekete geçirmeyen, geçiremeyen bir sendika ‘varım’ diyemez. Aynı durum KESK için de geçerlidir. Şimdi hem iyi niyetli ancak sendikaların iç işleyişlerine, bu çürüme yayan ortama teslim olmak zorunda kalmış sendikacılar ve devrimciler şapkayı önlerine koymak zorundadır. Bu son saldırı, işçi sınıfının, sendikacıların ve sınıfın öncüsü olduğunu ilan eden devrimcilerin üzerlerindeki ölü toprağı silkelemeleri için bir fırsattır. Nitekim devlet bu tehlikeyi görmüş, yasaya bir ek yaparak, yasa sonucu yetkilerini kaybedecek sendikaların 5 yıl boyunca yetkilerinin süreceğini söylemiştir. Böylece bu sendikaların üye yapmaya yönelmemesini ve kapanmamasını da 5 yıl içinde garantilemiş olacaklardır.
İşçi sınıfı son 14- 15 yıldır özelleştirme, örgütsüzleştirme saldırısı altında hırpalandı, dağıldı. Son iki yıldır ise sosyal güvenlik yasası ve bölgesel asgari ücret uygulaması ile sendika ve toplu sözleşme yasaları ile karşı karşıya artık ve bunlarla bir hiçlik çemberine alınmaya çalışılıyor. Bu saldırılar karşısında sendikayı sandukaya çevirmek isteyenlere karşı olmak yeterli değildir. Karşıtlığı fiilen ortaya koymak gerekir. Öncelikle varolan sendikaları taban baskısıyla burjuvazinin elinden almak ve işçilerin ekonomik ve demokratik mücadelesini sıkıştığı kapandan kurtarmak gerekir. Bu noktada varolan sendikaların demokratik işleyişini sağlamak yaşamsaldır. Sendikalar demokratik işleyişe kavuşmadan mücadele öremezler. Devrimciler ise sendika yönetimlerine üstten gelerek sendikaları içine düşürdükleri durumdan çıkaramazlar; aksine sendikacılık kapanında ekonomizme savrulurlar. Devrimciler sendikaların demokratik işleyiş ve mücadeleci kimliğini kazanması için işçilere yardım edebilecek tek güçtürler. Bu sağlandığında örgütsüz işçilere ulaşmak için geniş bir kanal da açılmış olacak ve bir sınıf hareketi olanağı doğacaktır. İşçilerin birliğini hedeflemeyen hiçbir hareket başarılı olamaz ve işçi sınıfı devrimcileşmediği sürece yaşamı dönüştürmek mümkün olamaz. İşçi sınıfının devrimcileşmesi için ekonomik mücadele kadar siyasal mücadelenin gelişmesi şarttır.
(*) Sanduka: Türbe tabutu.
11 Şubat 2012
Erol Zavar- Mahmut Soner