Yeşim Kantekin ile röportaj: ”Aşık Veysel’in felsefi derinliği, Muharrem Ertaş’ın nefesi, Tülay German’ın özgünlüğü ve dahası… Hepsine minnettarım”

0
849

Halk türkülerini ve Rumeli ezgilerini kendine has tarzıyla yorumlayan Yeşim Kantekin, sözü ve bestesi kendisine ait “Bir Kadınım” isimli teklisinden sonra “Yaşa” isimli bir diğer teklisi ile müzik yolculuğuna devam ediyor. Bu müzik yolculuğunu Yeşim Kantekin ile konuştuk.

Odak Dergisi: İstersen biraz kendinden başlayalım. Kimdir Yeşim Kantekin ve müzik ile nasıl tanıştı?

Yeşim Kantekin: Ben İstanbul doğumlu olsam da bir yanım hep köylü. Her yaz okullar tatil olur olmaz köye, Tokat’ın Almus ilçesi Hubyar köyüne giderdik. O zamanlar bana çok şey kattı. Hâlâ her yaz gitmek için çaba sarfediyorum. Hayvanlarla yakından tanışıklığım orda oldu, ilk defa elime orağı o zamanlar aldım. Sırtında ot taşımayı ilk o zamanlar deneyimledim. Yaşarken sıkıcı geliyordu ama şimdi anneme minnettarım iyi ki de bizi köye götürmüş. Sonrası klasik alt sınıf bir ailenin çocuğu olmanın hikayesi.

Müzikle nasıl tanıştığıma bir cevap bulamıyorum esasen. Müzik herkesin hayatına bir şekilde katık oluyor. Benim daha çok cemler sayesinde oldu diyebilirim. O zamanlar cemevleri bu denli yaygın değildi ve biz Hızır orucunda 7 gün boyunca her gün bir evde cem yapardık. Bağlama eşliğinde çekilen tevhitleri unutamıyorum, o gün gibi aklımda. Tabi köyde de olurdu cemler ve ben öylesi buluşmalara çok tanık oldum.

Ortaokul yıllarına gelmiştim ve bir gün TRT de Selda Bağcan “Gesi Bağları” türküsünü söylüyordu, çok etkilendim. Hemen ezberledim ve kendi kendime söyledim. Sonra yakın arkadaşlarım duydu ve türkü söyleme hikayem kendi dışıma çıkmış oldu. O gün bugündür her yerde söylüyorum. Arkadaşlarım Selda Bağcan’a çok benzetirlerdi sesimi artık benzeten olmuyor, aslında daha öncesinden başlayan sıkı bir Sezen Aksu hayranlığım da var. Türküler söylemeye başlar başlamaz, bir deftere dinlediğim, söylediğim bütün şarkıların sözlerini yazdım. Hatta o defterde sen dahil başka arkadaşlarımın da el yazıları mevcut, kendim yazmaktan yorulduğumda arkadaşlarıma havale ediyordum, güzel zamanlardı. Bu arada hala defter tutmaya devam ediyorum.

Bu yaşıma kadar arabeskten bluesa birçok müziği dinlemeye gayret ettim hala da devam ediyorum. Bence öncelikli mesele dinlemek, müzikte alaylı biri olarak bunu rahatlıkla söyleyebilirim sanırım. Konservatuarlı olmayı istedim ama hayat öyle akmadı. Müzikle uğraşmak hep kalbimde yani en yakınımda olan bir şeydi ama bir o kadar da uzaktı. Ve bir şekilde bırakamadım, çok bilinçli bir tercih olduğunu söyleyemem fakat aşırı içerden bir yerden hayatımda oldu. İyi ki oldu, sırtımı kendisine yasladığım çok derin kökleri ve büyük gövdesi olan bir ağaç gibi…

O.D: “Elinde Kirez Dalı” isimli Balkan ezgisinin ardından söz ve müziği sana ait olan “Bir Kadınım” ve “Yaşa” isimli iki şarkın müzik platformlarında yayınladı. Her iki şarkının sözlerinde biz insanlara dair çok şey var, var oluş süreçlerini paylaşır mısın?

Y.K: Yaşa ve Bir Kadınım şarkıları özellikle Yaşa çok uzun zamandır zihnimde dolanıp duran şarkılar. Yıllar oldu, kendi kendime mırıldanıyordum. Uzun zamandır üzerinde çalıştığım da bir şarkı. Epeydir bekletiyordum. Bir şarkıyı nerede yayınlayacağına karar vermek de zor bir süreç, bilinen bir isim olmayınca doğru kanala karar vermek de zorlaşıyor. Haklı olarak bu karmaşıklığın içinde daha çok kişiye nasıl ulaşırım kaygısı oluşuyor. Bir de ben bütün bunları tek başına kotarmaya çalışıyorum. Dertli olduğum bir mesele, tam karar verdim ve yayınlanma tarihi belli oldu derken çok büyük bir felaket yaşadık. Herkes gibi ben de hiç kendimde değildim. Bir ay sonrasına erteledik. Çok büyük bir acı sonrasında paylaşabildik. Üzüntüden kamburu çıkmış zamanlara denk geldi. Umarım birilerine ulaşıp umut olabilir bu şarkılar. Birlikte iyileşebileceğimize derinden inanan biri olarak yaşananları unutmadan, birbirimizi saracağımıza inanıyorum.

Her iki şarkıyı da kendimden yola çıkarak yazıp söyledim. Ötekilerle ne kadar da benzer olduğumun farkındaydım, her birimiz ne kadar da birbirimizdik. Yaşarken herkes oldum, herkese karıştım, bunu hissediyorum.

Yaşa şarkısını işçileri ve bu kentte yaşamak zorunda olanları düşünerek yazdım. İnşaat işçisi, plaza işçisi, temizlik işçisi, gazeteci, öğretmen, sanatçı… Hepimiz metrobüs kuyruğunda boş koltuk bulabilir miyiz diye düşünerek sabah saatlerini karşılayan insanlardık. Günler böyle geçiyordu ve hala böyle geçiyor. Sen de bilirsin sabah saatlerinde İstanbul’da bir yerden metroya binmek meziyet ister, klostrofobisi tetiklenir insanın ve o yoğunluk hiç bitmez, işe gidene kadar yorulur insan. Ben 3 vasıta ile işe gittiğim günleri saygıyla anıyorum, belki hatırlarsın bir ara Sartre’a takmıştım kafayı, onun bulantısını yaşıyordum adeta, hakikaten ben varım diyor ve bundan midem bulanıyordu. Yaşa’nın ruh hali biraz öyle… Aslında çok uzun bir ses kaydıydı. Biraz kısaltıp değişiklikler yaparak bu hale getirdim. Ve sonunda ben de umuda çıktım. Hep birlikte eni sonu umuda çıkıyoruz. Dilerim onun ışığı bize hep eşlik eder.

Biraz dertleşme gibi oluyor ama insanları ikilemli bir hayatı yaşamaya mecbur bırakan bir dış dünya var. Hayal edilenle yaşanan arasında koca bir uçurum ve hayaller hep çok uzak. İşte buralarda özgürlükten, özgür iradeden bahsetmek komik geliyor. Köyden döndüğüm günleri hiç unutmuyorum otogarların yoğun egzoz dumanını, şehirden yükselen esrarengiz uğultuyu, kaosu hissettikçe nasıl da kendimize ve diğer canlılara yabancılaştığımızı farkediyordum küçük yaşlarda bile. Bütün yaban hayvanları yerlerinden edip kendimizi nasıl da hapsetmiştik, bazen bir ofise, bazen rutubetli bir eve, bazen bir metronun içine… Velhasıl bence böylesi bir hayat hiçbirimize iyi gelmiyor. Umudum hala nefes alabildiğimiz her yerde saklı duruyor. Yani her şeye rağmen yaşamakta olan ısrarımızda.

“Bir Kadınım” şarkısını pandemi sürecinde günlerce evden çıkmadığımız zamanlardan sonra bir gün Aksaray’dan Sarayburnuna kadar yürümüş ve İstanbul’u izleyerek denize karşı söylemiş ve hemen telefona ses kaydı yapmıştım. O dönem ayyuka çıkan işsizliği, hiç istemediği biriyle aynı evde yaşama zorunluluğu olan kadınları, her toplumsal bunalımda kadınların artan sorumluluğunu ve acısını düşündükçe insan işin içinden çıkamıyor. Bireysel olarak benim de en belirsiz zamanlarımdı açıkçası, pendemiyle birlikte ben de işsiz kalanlardanım.

Memlekette kadın olmak zor. Önyargılarla dolu bir toplumsal cinsiyet inşası var ve bunu, insanın doğası böyle deyip yüzyıllarca doğal bir norm gibi yaşamışız. Eşit değiliz. Eşit olmadan nasıl özgür olabiliriz ki! Bunun hayatlarımıza yansımasını hala en onulmaz halleriyle yaşıyoruz. Feodalite ile kapitalizmin arasına sıkışmış toplumsal ahlak normlarına neşe içinde karşı durmaya, dönüşmeye ve dönüştürmeye çalışıyoruz. Bence bu çok ciddi bir mücadele ve direniş alanı ve biz bazen depresyona girsek de oradan başka bir dirençle çıkıyoruz.

O.D: Aynı zamanda sahne çalışmaları da yapıyorsun. Önümüzdeki günlerde bu yönde bir takvimin var mı?

Y.K: Çok özledim, arada açıp eski sahnelerden görüntülerimizi izliyorum, bir arada olmak, birlikte şarkı söylemek çok güzel. Umarım yakın zamanda olur sahnelerimiz, sosyal medya hesaplarından duyururum. Şimdilik kesinleşmiş bir şey yok. Bu dönem kendi şarkılarımı kaydetmeye yoğunlaştım. Hala bekleyen şarkılar var. Umarım zamanla hepsini paylaşma imkanı olur.

O.D: Müziğindeki toplumsal yansımalar yanında vegan beslenme ve hayvan hakları konusunda da duyarlısın. Bu konuda ne düşünüyorsun?

Y.K: Hissettiğim gibi yaşamak istiyorum. Eskiden beri duygularımın peşinden gitmeyi çok seviyorum. Yaşım ilerledikçe daha bilinçli dinler oldum hislerimi. Bu sebeple vegan beslenmeye başladım diyebilirim. Hissedebilen canlıları yeme onlardan faydalanma fikri ürkütücü geliyor. Yaşarken muhakkak bir şeylere, diğer canlılara zarar veriyoruz. Ben sadece bunu en aza indirmek için uğraşıyorum, bir canlının özgürce yaşama hakkını elinden alamam. Evrendeki her şey ile nasıl bir ilişkilenme içinde olduğumuz  özgürlüğümüzü belirliyor, her türlü tahakküm başka bir sistemsel çıkmazı karşımıza çıkarıyor. Bunlar hakikaten üzerine düşünülesi konular. Bugün yaşadığımız ekolojik değişim (ben ona ekolojik felaket diyorum) hayvan hakları, lgbti meselesi, toplumsal cinsiyet meselesi, savaşlar, sınıfsal farklılıklardaki derinleşmeler hepsi birbiriyle ilişkili, birini ötekinden önemsiz görmüyorum. Bu bağlamda hayvan hakları mücadelesini ve veganlığı önemli buluyorum.

Ben aslında çok geç vegan oldum. İklimsel değişimler çok uzundur dikkatimi çekiyordu. Kocaeli’ne 30 yaşında yeniden okumaya gittiğimde iklimle ilgili bir seçmeli ders vardı ve o dersi almayı tercih ettim. Böylelikle meseleye yakından bakma imkanım oldu. Bu süreçte yeme alışkanlıklarımızdan büyük bir endüstriyel tüketim oluştuğunun ve bunun doğaya nasıl zarar verdiğinin daha çok farkına vardım. Demek istediğim bu sadece hayvanların varlığı için değil, doğanın varlığı için de gerekliydi. Varlık alanlarımız içinde birbirimizi gözetmemiz kaçınılmaz. Hayvanlar, bitkiler, eşyalar, insanlar…Her şey birlikte güzel ve yok etmeden yaşamaya çalışmak da keyifli. Kirpilerin soyu neden tükensin ki? Bir kuzu biz onu yiyeceğiz diye neden ölmeyi beklesin? Düşünsene hissediyor, tıpkı bizim gibi. Veganlığı ne kadar sürdürebilirim bilmiyorum ama şimdilik bu halimle iyi hissediyorum.

O.D: Son olarak müzikte yaşadığımız hızlı tüketim alışkanlıkları hakkında neler söylemek istersin? Müzikal üretimler konusunda eskiye dair bir özlem duyuyorum çoğu insandan, sence bugün hala öylesi üretimler yapılabiliyor mu?

Y.K: Müzikte bizimle birlikte değişiyor, dönüşüyor. Dünyada çok hızlı değişime uğrayan tüketim alışkanlıklarından o da nasibini alıyor. Dünya üzerinde yapılan birçok müzik, gelişen müzik teknolojileriyle birlikte dünyanın her yerinde dolaşıma giriyor ve her yerden dinlenilebiliyor. Bu eskiye nazaran çok avantajlı bir durum olmasının yanı sıra yaratılan eserin piyasa dinamiklerine uygun olmasına zorlayan bir durum. Kısaca piyasada değişim değeri olan her meta tüketilmeye mahkum oluyor. Her şeyin endüstriyelinde bir handikap var maalesef… (Endüstriyel tarım, endüstriyel müzik vs.) Adorno bu mevzuları çok güzel irdelemiş.

Diğer soruya gelince bazı müzikleri dinlerken mest oluyorum. 38 yaşıma gelene kadar beni birçok anlamda besleyen, yalnızlığıma ortak olan, öznel yaşamıma yön vermeme yardımcı olan birçok isim ve üretim var. Buradan saymakla bitiremem. Bu anlamda bu coğrafyada olduğum için şanslı hissediyorum kendimi. Aşık Veysel’in felsefi derinliği, Muharrem Ertaş’ın nefesi, Tülay German’ın özgünlüğü ve dahası… Hepsine minnettarım.

Benzer hisleri yaratan şarkılarla şimdilerde de rastlaşıyorum açıkçası. Bence yenilerde de çok güzel üretimler var. Güzel olan şeyler bu denli kalabalıkta görülemiyor ve piyasaya dahil olamayabiliyorlar. Fakat her su bir gün kendi çatlağından sızar belli mi olur…
Hayat devam ettiği sürece güzel üretimler de devam edecektir. Bize düşen belki de onu arayıp bulmaktır kim bilir! İlla eski ile bir kıyaslama yapmak gerekirse bence artık dinleyicinin işi daha zor çünkü artık her şey çok daha kalabalık ve yoğun pr çalışması gerektiriyor. Üreten herkesin bu piyasa ilişkisine gücü yetmeyebiliyor. Bu nedenle izleyenin veya dinleyenin iğneyle kuyu kazar gibi bazen güzel olanı araması gerekebilir bu da ayrı bir tutku gerektirir.

O.D: Son olarak eklemek istediğin bir şey var mı?

Y.K: Sizinle sohbet etmek çok hoştu, teşekkür ederim. Dilerim daha güzel zamanlarda yan yana gelebiliriz.

O.D: Bu güzel sohbet için asıl biz teşekkür eder ve müzik yolculuğunda başarılar dileriz.

“Bir Kadınım” ve “Yaşa” parçalarını Spotify ve YouTube’dan dinleyip, takibe alabilirsiniz.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.