Barış Onay
Bir dönem televizyonlarda milli kahraman olarak ilan edilen Reza Zarrab şimdi Amerika’nın elinde ve bir şantaj malzemesi olarak mahkemede konuşturuluyor.
Gülen Cemaati ile-Erdoğan iktidarının uzun soluklu yolculuğunda yaşanan çatlakların ve kriz döneminin zirve noktası sayılabilecek 17-25 Aralık 2013 tarihleri, bugünlerde artık gündemden düşmüş olan büyük hırsızlıkların ortaya saçıldığı günlerdi. Bakan çocuklarının, AKP’li yöneticilerin ve yakınlarının, yandaş patronların nasıl ihaleler aldığı, nasıl rüşvet topladıkları günyüzüne çıkmıştı. Erdoğan’ın, dört bakanını kurban ederek paçayı kurtarmaya baktığı o günler geride kaldı, bir süre tutuklu kalan, mallarına göstermelik olarak el konulan isimler birer birer serbest bırakıldı. El konulan ve kaynağı açıklanamayan para, değerli eşya ve mülkler daha sonra ”sahiplerine” iade edildi.
Reza Zarrab’ın, ardından da yolsuzluk ve rüşvet çemberinin merkezindeki isimlerden olan Halkbank Genel Müdürü Amerika’da gözaltına alınıp tutuklandı. Şimdi her ikisi de içinde bulundukları suç ilişkilerinin detaylarını anlatıyor mahkemede. Reza Zarrab, itirafçı olmayı, Amerikan istihbaratı ile işbirliğine gitmeyi kabul ederek, yargılandığı davanın sanıklığından tanıklığına terf ettirildi.
Tutuklu bulunduğu zaman zarfında gardiyanlara rüşvet vererek yakınlarıyla telefon görüşmesi yapma girişiminde bulunan, hapishaneye içki ve kadın sokmaya çalıştığı iddia edilen Zarrab’ın Amerikan hapishaneler tarihinde bir ilke imza attığı da iddialar arasında… Zarrab’ın ifade ettiği rakamların davanın savcılarını şoka uğrattığı bildiriliyor.
Erdoğan’ın Batı tarafından ciddiye alındığı, işlerin tıkır tıkır olduğu, ”Demokratik Açılım” günlerinde, devlet ekonomisi bu rüşvetçiler çetesi tarafından pay edilmiş, tüm kamu varlıkları haraç mezat satılmıştı.
İlerici kamuoyu Erdoğan’ın kirli, işbirlikçi yüzüne işaret etse de, sermayenin çıkarları için, kendi iktidarı için her türlü ilişkiye girebilecek bir sahtekar olduğunu söylese de, onunla her dönem işbirliği yapanlar oldu. Bu durum tarif edilirken, ”Çıkarlarımız için şeytanla bile pa-zarlığa otururuz!” şeklinde ifadeler kullanıldı.
Erdoğan, o kısa ama etkili ittifaklardan aldığı güç ile bugünlere geldi.
Bunu görmek zorundayız.
Görmezden gelemeyiz.
Cumhuriyet dönemi yatırımları olan birçok fabrika, telekominikasyon sistemi, tütün ve alkol fabrikaları, demir-çelik işletmeleri, madenler, limanlar, demiryolları, kara ve havacılık sistemleri… dereler, enerji kaynakları… neredeyse tüm varlıklar Erdoğan-Gülen ortaklığı döneminde iç edilmişti. O dönem bu kirli pazarlıkara itiraz edenler, Ergenekonculukla veya Statükoculukla suçlanmış, kamuculuğu savunanlar, liberal çevrelerce linç edilmişti. Bütün bu saldırıların Erdoğan’ı savunacak şekilde yapılması, Erdoğan’ın dinci iktidarına yönelen saldırıları savunmakta işini kolaylaştıracak işlev görmüştü…
2013 Haziran Direnişi’nde, bu ortaklığa itiraz eden güçler sokakta birleşmiş, Erdoğan’a, o günlerde 11. yılına ulaşmış olan iktidar sürecinin en ağır darbesini indirmişti.
Aynı günlerde madenlerde yaşanan katliamlara, kadın cinayetlerine ve Suriye savaşındaki suç ortaklığına karşı yükseltilen sesler iktidarın iyice zayıfamasına yol açmıştı.
Gülen Cemaati ise Erdoğan ile devam eden gerginliklerini, bu kriz döneminde yüksek perdeden dile getirme fırsatını yakalamış, ses tonunu da, tehdit dozunu da arttırıyordu. Ve nihai kırılma 2013 yılı, 17-25 Aralık’ında yaşanmış, ipler kopmuştu. Ortalığa saçılan pisliklerden her iki taraf da azade değildi, olamazdı. Fakat her iki taraf da bir şekilde mağduru oynadı ve her iki taraf da çatışmadan hasarsız ayrılmaya çalıştı.
Süreç son virajını 15 Temmuz 2016’da gerçekleşen askeri darbe girişimi ile aldı. Gülen cemaati artık silahlı bir terör örgütü olarak anılmaya başlandı ve darbe girişimi bahanesiyle ülke iki yıla yakın bir süredir OHAL ile yönetiliyor.
Meclis’ten Anayasa Mahkemesi’ne kadar tüm adli, idari, yasama ve yürütme organı filen devre dışı bırakılmış, ülke Erdoğan’a teslim edilmiş durumda… Halkın gidişattan memnun olmadığı oratada. Ancak birleşik ve devrimci bir muhalefetin eksikliği büyük eksiklikttir. Kendisini Atatürkçü, anti-emperyalist ve NATO karşıtı cephede gösteren ordu içindeki askerler bir dönem Erdoğan’dan rahatsız olan kesimlerin umudu olmuştu. Sonra onlar Ergenekon bahanesiyle içeri atıldılar. CHP ise kendisinden beklenen performansı hala gösterebilmiş değil.
Son Reza Zarrab yargılaması Amerika’da başladığında, tüm dünya bu davaya odaklanmışken, Kılıçdaroğlu ”Man Adası Belgeleri” ile ikinci bir başlık açarak, belki de iktidarı daha fazla sıkıştıracağını düşündü. Ancak Man Adası olayını tersinden ele alan ve Zarrab Davası’nı perdelemeyi başaran yine iktidar oldu…
Amerika’nın Kudüs açıklaması işte böyle bir döneme denk geldi.
Trump’ın açıklaması, “Her Dönemin Mağduru ve Mazlumların Savunucusu Erdoğan”a Ortadoğu coğrafyası hakkında konuşma fırsatı vererek bir can simidi işlevi gördü. Kendisine yönelen muhalefet hareketinin gündemini etkisizleştirmekte uzmanlaşan Erdoğan, bu defa da Kudüs meselesi üzerinden, sahte Filistin davası savunuculuğu yaptı.
Zarrab Davası’nda açığa çıkan gerçeklerin yarattığı tepkiler etkisini bu sayede yitirmiş, gündem değişmiş oldu.
Davada ortaya çıkanların küçük bir kısmı bile, demokrasinin sözünün edildiği bir ülkede iktidarın devrilmesine yol açabilecekken, bizde tek bir yönetici dahi istifa etmedi.
Etmiyor…
Aksine ”Aynı Gemideyiz!” şeklinde açıklamalar yapan 17-25 Aralık döneminin hırsız bakanları, hem iç kamuoyunda, yaşananların dış güçlerin bir oyunu olduğunu, memlekete sahip çıkılması gerektiğini dillendiriyor, hem de eğer davanın kurbanı olacak olurlarsa, kendilerinden üstte gördükleri kişilerin de bu işten zarar göreceğini; sahip çıkılmaları gerektiğini söylemeye çalışıyorlar.
Yani aslında bir tehdit.
İlerici kamuoyu ise ilk anda davadan çıkacak sonuçlara; yolsuzlukların Amerika’da sorgulanmasına umut bağlamış gibiydi. Bu bir aldatmaca gibi görünüyor.
Şimdi Zarrab’ı yargılıyormuş gibi görünen Amerikan mahkemeleri bu hırsızlıklar, bu yolsuzluklar yapılırken yaşananlardan habersiz miydi?
Mümkün değil.
Her şeyden öte, Amerika’da bu yolsuzlukların daha fazlası yaşanmıyor mu? Elbette ki yaşanıyor.
Peki nedir Zarrab Davası’nın alameti farikası?
İran’a yönelik yaptırımların delinmesi gibi bir gerekçe pek de inandırıcı değil. 15 yıllık AKP iktidarı Gülen cemaati ile güçlenirken bütün bu suçlara seyirci kalan, AKP ve Gülen ortaklığının, kendi kontrollerinde gelişmesine ses çıkarmayan batı dünyasından medet ummak büyük bir yanılsamadır ama dava Amerika’da görülüyor diye de olayın önemi azalmaz. Tüm bunlarla birlikte Gülen hala Amerika’da, şimdi Zarrab ve Halk Bankası Müdürü de Amerikalı savcıların sorgusu altında… Evet, Zarrab yargılamasından büyük sonuçlar beklemeyelim ama önemsiz gibi de görmeyelim.
Amerika’da süren yargılamada ezilen halklar yararına çıkabilecek bir sonuç olmayabilir. Batı dünyasından Erdoğan’ın dengelenmesi, ”Standart Normlar”a geri dönmesi yönünde çağrılar yapılması da kaçınılmazdır. Erdoğan’ın yarattığı kriz ve geliştirdiği istikrasızlık ortamı; belirsizlik, kırılgan ekonomi en çok da onları korkutuyor. Durumun Erdoğanla veya Erdoğansız ama bir an önce ”Normal”e dönmesini en çok onlar istiyor.
Çünkü aynı geminin yolcusu olanlar onlardır.
Biz ezilenler cephesinin gemisi de, suları da egemenlerinkinden ayrı sular, ayrı gemilerdir…
Evet, aynı gemide değiliz!
Yollarımız ayrıdır bizim…