Sabahattin Ali: Devrimci bir yazar ve aydın

1
297

Müslüm Yalçın

“Başım dağ saçlarım kardır,
Deli rügarlarım vardır,
Ovalar bana çok dardır,
Benim meskenim dağlardır.

Şehirler bana bir tuzak,
İnsan sohbetleri yasak,
Uzak olun benden, uzak,
Benim meskenim dağlardır.

Kalbime benzer taşları,
Heybetli öter kuşları,
Göğe yakındır başları;
Benim meskenim dağlardır.” der Sabahattin Ali. 

Bir devrimci aydın, bir sosyalist aydın, dağları ve özgürlüğü ancak bu kadar güzel anlatır ve bağlantısını bu kadar güzel kurar. Bu kadar anlamlı ve güzel sözler ancak bir çelişkinin içinden özgür düşüncenin ve yasakların, baskıların çatışmasından doğar. 

Özgürlüğün, düşüncenin, hareketin yasaklandığı yerde; dağlar, Sabahattin Ali’nin gözleriyle özgürlüğü temsil eder. Ve “dağlar” her romantik insanın, her devrimcinin, sosyalistin, düşünce insanının seveceği ve ilham alacağı yerlerdir.

Beyni, yüreği, insan sevgisiyle insanın insanı sömürmediği, zulüm etmediği bir dünyanın özlemiyle dolu olan Sabahattin Ali; dağları bir başka biçimde, güzelliğine uygun şiirsel olarak tanımlar… Dağlar, Sabahattin Ali’nin sözcükleri ve ifadeleri en güzel anlatımlara, tanımlamalara ulaşır. Onun şiirsel anlatımında kendini bulur.

Sebahattin Ali, tüm yüreğiyle dağlara seslenir. Onun katledilmesi düşünüldüğünde, şiirlerinin ne kadar derin anlamlar taşıdığını görürüz. İnsan dönüp dönüp, üstünde dura dura ve satır satır okumak ister.

Neden dağlar? Dağlar özgürlük demektir, sınırların çizilmediği, engellerin olmadığı yaşam demektir.

Şiirlerinde anlatmak istediğini yaşar Sabahattin Ali. “Şehirler bir tuzak” ve “insan sohbetleri yasaktır”. Onun, hain bir planla ortadan kaldırılmasının şiirlerindeki ifadelerini ne kadar haklı kıldığını gösterir.

Bazen bir durumu, bir şeyi, bir gerçeği konuşmak, seslendirmek düzene baş kaldırmakla aynı anlama gelir. Baskıya sömürüye dayalı düzen, insanı kendine yabancılaştırmak; kendi benliğinden vazgeçirmek ister. Özgür düşünen, kendi özgür benliğiyle, insani haklarıyla birlikte yaşamak isteyen kişi; bu düzenle çatışır, onun kendisine dayatmak istediği yarı köleliği kabul etmez. Öyleyse bir bireyin, sömürü düzenin içinde uyumlu bir unsur, elaman olabilmesi için özgürlüklerinden, kişisel insani haklarından vazgeçmesi, kendine yabancılaşması gerekir. 

Özgürlükleri sınırlayan baskıcı düzen, insanı tıpkı bir kafesin içinde kor gibi hayatını daraltır. Düzen; korku ve baskıyla yönettiği insanı kendine yabancılaştırır. Böylece insan, onun sorunsuz sömüreceği ve üstünde besleneceği bir kişi durumuna gelir. Kendi gerçeklerinden uzaklaşan, düzenin istediği biçimde yaşayan insan; bu durumda kendine yabancılaşmış demektir. Özgürlükleri reddeden kişi kendini reddetmiş, kendine yabancılaşmış demektir. Emeğine sahip çıkmayan, onu bilinçli veya bilinçsiz başkasına teslim eden ve bu durumu doğal bir yaşam biçimiymiş gibi görüp kabullenen, sırtındaki asalakların, sömürüsünü mazur gören ve buna ses çıkarmayan insan, kendisine yabancılaşmış demektir.

En çok da bilgisiz insanlar bunu yapar. Bilgisizlik insanı ürkek, korkak yapar. Bir cismi anlamadan, tanımadan ona yaklaşan bir hayvan gibi ne yapacağını bilemez. 

Bir tarafta zorbalık, güç, faydacılık, öbür tarafta daima baskıya, zorbalığa maruz kalan insanlar. Düzenin kaba görünüşü budur. 

Bilgisiz, kişiliği zayıf kişiler, gücün yanında saf tutar; yani teslim olur. Böylece kendilerini düzenin gönüllü kölesi haline getirirler. Bilgisizlik, zayıf karekterli insanlar için karanlık bir sığınaktır. Orada istedikleri gibi ucube düşünebilirler, ucube yaşayabilirler. Keyiflerince saçmalıklar üretebilirler, saçmalıkları savunabilirler.

Şehirler; hayatın kalabalığı merkezleridir. İnsan kalabalığının daha yoğun olduğu yerlerdir. Buralar, düzenin kendisine yabancılaştırdığı insanlarla doludur. Burada düzenin eğip büktüğü, kendisine yabancılaştırdığı, düzene aşık, korkak kişiliksiz binlerce hatta yüz binlerce insan yaşar. Bunların bazıları ispiyoncu, gönüllü ajan görevi görüp, aynı kazanda ezildikleri sömürüldükleri arkadaşlarını kolayca satarlar. Onları o hale getiren sömürücü asalak düzenin kendisidir, çünkü onlara ihtiyacı vardır. 

Sabahattin Ali, eğitimli bilinçli bir kişidir. Çevresinin; ruhunu satarak, kendisini mutlu etmeye çalışan karektersiz yoz insanlarla dolu olduğunu görmektedir. Bunların da bu düzenin parçaları, ürünleri olduğunu, onların gönüllü ajanları olduğunu bilmektedir. Bunun için şehirleri bir tuzak olarak görür.

İçinde; düzenin istediği gibi yaşayan, ruhunu satmış insaların da, ispiyoncuların da olduğu, milyonlarca insanın yaşadığı bir yerde düzenin sınırları dışına çıkan biri için her yer tuzaktır. Çünkü düzen; siyasal, kültürel, felsefî ne düşünürse düşünsün kendine mutlak bir bağımlılık ister. Buna karşı olanları “yasa dışı”, “terörist”, “anarşist” sayar.

Kendi yaşadığı hayattan bile bi haber yaşayan, bir sefer olsun bunları sorgulamamış olan kişiler, onlardan istenildiği gibi komünizmi bir öcü gibi algılar.

Sabahattin Ali kimdir?

Burada durup birkaç zorunlu şeyi açıklamak gerekir, Sabahattin Ali’ye  karşı saygısızlık yapmış olmamak için. 

Sabahattin Ali kimdir?

Sabahattin Ali, 25 Şubat 1907 yılında Bulgaristan’da Gümülcine sancağına bağlı Eğridere (Ardino) ilçesinden doğmuştur. Asker kökenli bir ailenin çocuğudur. Babası Piyade Yüzbaşı Ali Selahattin Bey, annesi Hüsnüye Hanım’dır. Sebahattin Ali de  birçok yazar, siyasetçi, düşünce insanı gibi savaş yıllarını, seferberlik zamanlarını görmüş; belleğine, anılarına o dönemlere ait çok şey katmıştır. Babası asker olduğu için babasının tayini nereye çıkarsa aile oraya taşınmıştır. Babası daha sonra askerlikten istifa etse de savaş sebebiyle tekrar hizmete, göreve çağrılır. Aile Çanakkale’ye taşınır. Sabahattin Ali, orada savaşı daha yakından görmüş ve tanımıştır. Bundan etkilenmiştir. 

Sabahattin Ali, Yüksek Muallim Mektebi’nde yatılı okumuştur. Edebiyata olan ilgisi çalışmaları tam manasıyla Yüksek Muallim Mektebi ‘nde, öğrencilik yıllarında başlar. Daha okulun ikinci yılında iken çeşitli dergilere şiir ve yazılar göndermiştir. Daha sonra eğitimini tamamlayarak öğretmen olmuştur.

O yıllarda Almanya ile ilişkiler iyidir. Almanca öğrendikten sonra ülkede öğretmenlik yapmaları için Almanya’ya, Almanca eğitimi için sınavla personel gönderirler. Sabahattin Ali kazanır bu sınavı ve Almanya’ya giden grup içinde yer alır. Orada iki yıl kalır, ardından geri döner. Geri döndükten sonra Aydın Ortaokulu ‘na Almanca öğretmeni olarak atanır. Fakat çok geçmeden komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle  hakkında soruşturma açılır. Beraat etse de daha sonra mahkeme davaları, soruşturmalar onun yakasını bırakmayacaktır. Komünist olmakla suçlanmak resmi toplumda kovulmak gibi bir şeydir. Sabahattin Ali öğretmenlikten atılır ve sicili nedeniyle de kolay iş bulamaz. Yazarlık dışında mümeyyizlik, yayıncılık, çevirmenlik, kamyon şöförlüğü, nakliyatçılık gibi işler yapar. 

Burjuvazi, kendi düşünceleri dışına çıkanlara, hele de devrimci mücadeleye, komünist, sosyalist fikirlere karşı çok katıdır. Kendine düşman saydığı şeylerin en başında bunlar vardır. Sosyalist örgütlenmelere izin vermek şurada dursun, adının kullanılmasına dahi tahammül edememektedir… 

O dönemde sosyalist, komünist düşüncelere sahip insanlar, parmakla sayılacak kadar azdırlar. Ve devletin gözü onların üstündedir. Muhbir, ajan, ispiyoncu onların peşindedir.

Sabahattin Ali bu dönemin, Cumhuriyet döneminin yazarıdır. Edebiyata olan ilgisi ister istemez onun toplumsal sorunlara olan ilgisini de geliştirmiştir. Onu; yoksul ve ezilen halka, eşitlikten bağımsızlıktan yana olan toplumsal düşüncelere yakınlaştırmıştır.

Sabahattin Ali romanlarında, hikâyelerinde kadın erkek ilişkilerine, aşk temalarına uzun uzun yer verse de bu sınıf ilişki ve çelişkilerinden soyut değildi. Yine kitaplarına damgasını vuran ezen ile ezilenlerin ilişkileridir. Bunu işlerken pek çok zengin anlatımlara, diyaloğlara girer ve kişiyi peşinden sürtükler, heyecanlandırır, öfkelendirir, düşündürür. Onun kahramanları şu veya bu biçimde bu düzenin içinde doğan, bu düzenin rengini, kültürünü veya acısını, izini taşıyan; bu düzenin savunucusu veya karşısında olan insanlardır. Onun kahramanları da, olayları da bu zenginlik yoksulluk çatışmasının tezahürleridir.

Almanya’da kaldığı İki yıl içinde etkilendiği, yeni şeyler tanıdığı muhakkaktır. Almanca üzerinde Rus edebiyatını inceleme ve Rus yazarlarıyla tanışma imkanına kavuşmuştur. Bu etkileşim onun rotasını belirleyerek, kalemini toplumsal gerçekçilik yönünde kullanmasında önemli bir rol oynamıştır.

Sabahattin Ali’nin çok sayıda öyküleri vardır. Aynı zamanda yorumlanan, şarkıya türküye dönüştürülen şiirleri vardır. Kuyucaklı Yusuf, Kürk Mantolu Madonna, İçimizdeki Şeytan onun en çok okunan romanlarıdır. Kimi zaman romanlarında Dostoyevski’nin romanlarında olduğu gibi uzun uzun psikolojik sorgulamalar, kişinin kendi kendisiyle konuşmalarına, kendi kendisiyle hesaplaşlamalarına yer verir. Bu kişiyi heycanına hapsolmaktan kurtarır, daha geniş düşünmeye zorlar. Okuyucuya kendini acındırır, öfkelendirir, düşündürür ve güldürür. Ama sonra acımasızca düşmanı yargılar, darbesini indirir ve okuyucuyu gerçek hedefine ulaştırır.

İçimizdeki Şeytan’da da benzer şeyler vardır.

Yoksulluk ve zenginlik arasında bir de çaresizlik diye bir yer vardır ki, kişilerin tek başına kurtuluşu zordur orada. Adalet olmayınca, toplumsal vicdan bir adalet mekanizması gibi işlemeyince ve halk kendi örgütlerini yaratmadıkça her şey güçlü o nüfuzlu kişilerin ellerine geçer. Sabahattin Ali toplumsal düzenin içinde yoz, çıkarcı ilişkilere yer verir, düzeni temsilen etkin nüfuzlu kişileri yerer. Onlar bu düzenin içinde her an, her zaman karşılaşabileceğimiz yüzlerdir.

Sabahattin Ali o dönemlerde sıkça karşılaştığı tartıştığı Nihal Atsız gibi ırkçı, türkçü, turancı faşistleri yerer. Bu yergileri kitabın (İçimizdeki Şeytan) son bölümlerinde sıkça görürüz. Sosyal, kültürel ve siyasal faaliyetler adı altında onların gülünç, iğreti yüzlerini bize gösteren yazar; onları son defa içki sofralarına, gazino ve barlara götürür, orada bunları daha iyi görürüz o pahalı kılık kıyafetin altında hırslı, çıkarcı, zevklerine düşkün; ilkesiz her an birbirini satacak tipleri son defa görürüz. Bir mahkeme faslı, onların iç yüzlerini iyice ortaya çıkarır; artık gidecekleri yerleri çöplüktür. Onları bilip de onlardan kurtulamayan Ömer, kendi yaşamına da yön veremez; onca hatalarından, bocalamalarından sonra Macide’den ayrılır. Macide, Ömer’i tanımıştır, ayrılacakları mektubu yanında taşımaktadır ve o zaman karşılaşırlar öğretmeni Zeynel ile. Orada görürüz Zeynel’deki ve Mecide’de ki sol kültürün, ahlakın farkını. 

Kürk Mantolu Madonna, Türk Kütüphaneciler Derneği’nin yayınladığı istatistiklere göre 2015 yılında Türkiye’den en çok okunan kitap olmuştur. Kitap Almanca, İngilizce, İspanyolca, İtalyanca, Rusça ve Arapça gibi dillere çevrilmiştir. Kürk Mantolu Madonna, edebiyat çalışmalarının doruğunda olduğunu gösterir. İnsana dünya klasikleri romanlarındaki gibi bir tat verir. 

İnsanı kızdıran, acındıran, düşündüren temalara orada da çokça rastlarız.

Rus edebiyatını anımsatan bir tat alırız onun kitaplarından. Kimi kitapları Dosteviski’nin, Turgenyev’in, Tolstoy ‘un kitaplarına öyle benzer ki, “Dört Hikaye”, “Mehtaplı Bir Gece” neredeyse eski Rus edebiyatçıların elinden çıkmış gibidir.

Son olarak, her  olayı ve durumu kendi koşulları içinde değerlendirmek gerekir. Başka türlü anlamamızı zorlaştırır, bizi yanılgılara götürür.

Sabahattin Ali, dönemin devrimci aydınlarındandır. Yaşadığı dönem, mücadele ve olanaklar bakımından son derece sınırlıdır. Devrimci, sosyalist örgütlenme yok gibidir. Parmakla sayılacak kadar az sosyalist ve komünist insan vardır ama onlara da göz açtırılmamaktadır. O zaman devrimci, sosyalist, komünist olmak ve bu fikirleri savunmak bugünün radikal eylemleriyle eş değer idi. Dilimize çevrilmiş yayınlar sınırlıdır. Devrimci, demokratik örgütlenmeler son derece sınırlıdır. Onlar bu sınırlı, dar koşullarda mücadele etmeyi, insanları bilinçlendirmeye, aydınlatmaya çalışmışlardır.

Öldürülmeden önce Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz ile birlikte 1946 yılında Marko Paşa’yı çıkarırlar. Mustafa Mim ise çizerdir. Baş yazarı Sabahattin Ali’dir. O zamanlar Marko Paşa en etkili siyasi mizah gazetesidir ve halktan büyük ilgi görür. Marko Paşa ilk çıktığı günden başlayarak 22 sayısı toplatılmıştır. Daha sonra değişik adlarla yeniden ve yeniden çıkarılmıştır. Resmi rakamlara göre gazete hakkında 16 dava açılmıştır. Yazar ve karikatür çizerlerine 8 yıl 2,5 ay hapis vermişlerdir. 

Marko Paşa o kadar çok önemsenmiştir ki İstanbul, İzmir, Ankara, Eskişehir gibi bir çok ilde devlet destekli telin mitingleri yaptırılmış; bayiilerdeki gazetelere el konulmuş ve ırkçı öğrencilere parçalattırılmıştır.

Sabahattin Ali cezaevinden çıktıktan sonra bir süre işsiz kalmıştır, ne eski mesleğine dönebilir ne bir iş verilir. Avrupa’ya çıkma isteğine de izin verilmemektedir. Bir süre çevirmenlik, kamyon şöförlüğü ve nakliyatçılık yapmış, sonra cezaevindeki birinin yardımıyla kaçak yolla yurt dışına çıkmaya karar vermiştir. MİT ile bağlantılı ve eski asker olan Yugoslav göçmeni Ali Ertekin ile yola çıkarlar ancak Bulgaristan sınırında her şeyden habersiz kitap okurken Ali Ertekin tarafından kafasına sert bir cisim ile vurularak öldürülür (2 Nisan 1948.)

Onun henüz genç sayılabilecek bir yaşta (41); edebiyat çalışmalarının ve yazarlığının en verimli zamanında öldürülmesi, ülkemiz için büyük bir kayıptır. Yaşasaydı, ülkemiz ve dünya edebiyatına ve bizlerin mücadelesine çok şey katardı. 

Saygıyla anıyorum.

1 Yorum

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.