ANILARI YOLUMUZU AYDINLATIYOR

0
3886

Hamza Yalçın

Ölüm yıldönümleri aynı güne (28/29 Ocak) gelen Mustafa Suphileri, Ömerleri ve onlar nezdinde devrim yolunda hayatını kaybetmiş kahramanlarımızı anıyoruz. Devrimci hareketimizin liderleri Mustafa Suphiler Kurtuluş Savaşı’nı emekçilerin  sosyal devrimine dönüştürmeyi istediler. Burjuvazi tarafından tuzağa düşürülerek katledildiler. Katliamı Enver Paşa’nın üstlendiği ortaya çıkacaktı ama Mustafa Kemal bu katliama itiraz etmeyip onun ürünlerini devşirmişti. 

Ömerler (Ömer Yazgan, Mehmet Kanbur, Erdoğan Yazgan ve Ramazan Yukarıgöz)  12 Eylül faşist askeri darbesine karşı direniş örgütlemeye çalışıyorlardı. 1981 yılında darbecilerin eline düştüler ve 1983 yılında 29 Ocak şafağında idam edildiler. 

1921 yılı 28/29 Ocak gecesi burjuvazinin çeteleri tarafından katledilen Mustafa Suphiler özgür vatan, halk ve insanlık uğruna emperyalizme karşı savaşmak için yola çıkmışlardı. Eğer Mustafa Suphiler başarıya ulaşsalardı sadece Türkiye’nin değil dünyanın kaderi daha farklı ve daha iyi olurdu. Onlar dünyada ve Türkiye’de zenginlerin egemenliğine karşı işçi ve emekçilerin iktidarını savundular. Türkiye’de zaferi burjuvazi kazanınca kapıdan kovulan emperyalizm bacadan girdi ve ülkemizi yeniden ele geçirdi. Burjuvazinin liderliğinde kurulan rejim emekçilerin sömürüldüğü, Alevi-Sünni ve Türk-Kürt ayrımcılığının geliştiği ve emperyalizmin güdümünde gerici bir diktatörlüğe dönüşecekti. 

Darbeci generallerin idam ettiği Ömerler Türkiye’nin askeri cuntaya teslim olmaması için direniş hareketi geliştirmeye çalışıyorlardı. Cunta sol muhalefeti bastırmak için gerçekleştirilmişti.  “12 Eylül öncesine bir daha geri dönmeyeceğiz”, diyordu askeri cuntanın şefi Kenan Evren. “Bir daha 12 Eylül öncesine dönmeyeceğiz” sözü yenilmiş, korkutulmuş, örgütsüzleştirilmiş ve güçsüz durumdaki halka o zaman çok da kötü görünmüyordu. Askerler darbe yapmadan önce halk can güvenliği derdine düşsün diye sağ sol kavgasını iyice kışkırtarak gerekli psikolojik ortamı yaratmışlardı. Bu çatışmalarda günde 20-30 insan ölüyordu. Can güvenliği derdine düşmüş olan umutsuz halk darbeyi yaşama garantisi görecekti. “Başımızdaki askeriye bir an önce gider biz de bu olağanüstü durumdan kurtuluruz” diye bakıyorlardı. Türkiye’yi bekleyen tehlikelerden habersizlerdi. 

Halk Kenan Evren Anayasası’na büyük çoğunlukla “Evet” oyu vermişti ama generaller biliyorlardı ki ne kadar öldürseler ve ezseler de gençlik emperyalizme bağımlı kapitalist düzeni kabul etmeyecek, 12 Mart sonrasında yaptığı gibi direnişçi önderlerin izinden yürümeye devam edecekti. Generaller gençliği devrimci düşünce ve eylemden uzaklaştırmak için bireyciliği geliştirdi. Bu amaçla ne kadar kötülük varsa hepsini devrimci gençliğin üzerine yıktılar. Çünkü gençlik araştırıyor, sorguluyor ve örgütlü olarak mücadele ediyordu. Örgüt en korkutucu öcü, en tehlikeli kötülük kaynağı ilan edildi. Burjuva akılcılığı ve özgürlükçülüğü de denilen bireycilik Türkiye gençliğine 12 Eylül rejiminin baskı ve terörüyle empoze edildi. Polisler işkence ettikleri gençlere “Vatanı kurtarmak sana mı kaldı!” diyordu. Korkutulmuş aileleri yanına alan sistem, “kendini kurtarma” düşüncesini temel alan bireyci nesiller yetiştirdi.

Bu pis bireyciliğe Mustafa Kemal’in kemiklerini sızlatacak şekilde, Atatürkçülük adını verdiler. Mustafa Kemal’in gençliğe yurtsever hitabesi bu “Atatürkçülerin” elinde “Ey Türk gençliği birinci vazifen ülkene ve insanlığa sırtını dönerek kendini kurtarmaktır” bireyciliğine dönüştü.  Bu anlayışla büyük çoğunluğu parayı, kariyeri bir şey sanan, korkaklığı ve sorumsuzluğu özgürlükçülük bilen bir gençlik kitlesi yetiştirildi.

Askeri darbe sonrasında kitle iletişim araçları, filmler ve propaganda merkezleri tarafından sürekli “Gençlik 12 Eylül öncesi yanlış yaptı” düşüncesi empoze ediliyordu. Babam ve Oğlum adlı filmde de görüldüğü gibi ilerici filmlerin birçoğunda, devrimcileri anlatan sol söylemli kitaplarda vb bile aynı düşünce okunuyordu.

Oysa en önemli yanlışlık direnmekle değil yeterince kararlı direnememekle yapılmıştı. Asıl yanlışlık devrimci örgüt kurmaya kalkışmış olmak değil disiplinli bir mücadele örgütü kurmakta yetersiz kalmış olmaktı. Bu yüzden kaybettik. Bugünkü tek adam rejimin işbaşına gelebilmesinin en önemli sebebi, gençliğin halkına ve ülkesine sahip çıkamayacak duruma düşürülmesiydi. 

Devrimci örgütlerin köklerini kazımak için bir yandan bireycilik alabildiğine körüklenirken bir yandan da sol kültürün etkin olduğu mahalleler uyuşturucu çetelerine peşkeş çekildi. Generallerin solun önünü kesmek için körükledikleri dincilik böylece bir direnişle karşılaşmaksızın git gide büyüyerek iktidara gelecekti. Atatürkçü geçinen generaller Gülenci badem bıyıklılar “höt!” deyince arkalarına bakmadan kaçtılar. Onların çoğu şimdi Erdoğan’ın etrafında toplandı.  Kendi geliştirdikleri dinciliğe kendileri de esir düştü.

Halk 12 Eylül’de direnemeden yenildiği için Türkiye devrimci hareketi bir daha eski gücüne kavuşamadı. Darbe sonrası örgütlülüğünü güçlendiren Kürt hareketi yalnız başına gelişti. Ona karşılık düşecek ağırlıkta bir Türkiye solu gelişemediği için mücadele Türk-Kürt çelişkisi görünümüne büründü. Şoven milliyetçilik ve dincilik asıl gıdasını işte bu kutuplaşmadan aldı. Türkiye halkı bu kutuplaşmanın tarafı olmaktan kurtulamaması nedeniyle önce generaller sonra da onların yerine gelen dinciler tarafından esir edildi. 

Ömer Yazgan devrimci örgütlüğün, yoldaşlığın önemine işaret ederek ölüme gitti. Ölüme giderken yazdığı satırlar bugün bize yol gösteriyor. Halkımızın kazanmasının yolu Mustafa Suphilerin, Denizlerin, Mahirlerin ve Ömerlerin mücadele azmiyle devrimci örgüt kurmaktan ve örgütlü devrimci mücadeleden geçiyor. Türkiye’yi örgütlü devrimci hareketlerin mücadelesi ve dayanışması,  örgütlü halk hareketi kurtaracak. 

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.