Kadın(lık) ve İsyan

0
2076

      TEMEL DEMİRER 

      “İnsanlığın olağanüstü

      yaratıcısı kadındır…”[1] 

      Stendhal’ın, “Bir kadın olarak doğan her dahi insanlık için bir kayıptır,” diye betimlediği sınıflı-sömürücü toplumlar açısından, tam da Kierkegard’ın dediği gibi; “Kadın olmak ne büyük felaket… ama asıl felaket kadının kadın olduğunu anlamamasıdır…

      Ataerkilliğin sultasındaki sınıflı-sömürücü toplumlarda “Kadın olmak” konusunda “Beylikdüzü’nde, Cuma namazında ‘Kadın nefsine hâkim olamaz, karılarınızı çalıştırmayın,’ diye vaaz veren Fatih Sultan Mehmet Camisi İmamı Hasan Hakyemez ekliyor: “Bunlar İslâmın emri… Söylediklerim kitapta var…”[2]

      Durum bu!

      Yani 1978 yılında “kadın doğulmaz, kadın olunur,” deyip, hemen ardından da “erkek ve erkeklik düşüncesi nasıl yaratıldıysa kadın düşüncesi de öyle yaratılmıştır” diye ekleyen Simone de Beauvoir’ın işaret ettiği üzere…

      * * * * *

      Gündelik hayattan medyaya uzanan spekturumda bunu “anlatmak”; “kolay” olsa da, bir o kadar “güç”…

      Mesela egemen medya… “Evire çevire dövdü!” (Bir kadın dövülmüştür ve haberin başlığı böyledir. Döven adama “aslanım” demenin herhâlde ince bir yolu…)

      “Elini kana buladı!” (Bir kadın öldürülmüştür, ama önemli olan onun katledilmesi değil, onu öldürenin elini kana bulamış olmasıdır. Zavallı adamcağız!)

      Sayısız örnekleri var bu tür haberlerin, bu tür başlıkların!

      Bazıları da şiirsel mi şiirsel: “Üç kurşun, bir ceset” ya da “Eşe üç kurşun” gibi…

      Tecavüzde tecavüzcüyü neredeyse haklı çıkaracak haber sunumları da eksik değil…

      Bu; tamı tamına, sınıflı sömürücü yapıyla (kapitalizm), bütünleşmiş ataerki/ erkek egemen zihniyettir…

      Dört yanımızı kuşatan bu zihniyetledir ki Avcılar’daki özel bir kız öğrenci yurdunda kalan üniversite öğrencisi 18 yaşındaki C.G., boynundaki kızarıklıklar nedeniyle kendisini erkeklerle birlikte olmakla suçlayan yurt müdüresi N.D., yardımcısı ve çarşaflı bir doktor olmak üzere üç kadının, falçatayla tehdit edip “bekâret muayenesi” yaparlar… Öğrencinin babasını arayan yetkililer, “Durum ortada. Kızınız bir erkekle ilişkiye girmiş, gelin alın” demesi üzerine C.G’yi babası muayeneye götürür…[3] Vd’leri, vb’leri…

      Ya yargı?!!! O da farksız….

      Bir gece eşinin cinsel ilişki teklifini kabul etmeyen Ö.Y., bu konuda ısrar eden kocasını yataktan itekledikten sonra düşmesine neden oldu. Ü.Y. bu harekete, ruhsatsız tabancasını çekerek karşılık verdi ve eşi Ö.Y.’yi öldürdü… Yargıtay 1. Ceza Dairesi, seks teklifi eşi tarafından reddedilen kocanın işlediği cinayette “tahrik” indirimi istedi: “Olay gecesi cinsel ilişki teklif ettiği eşi olan maktülenin, kendisini iteklemesi, yataktan düşürmesi ve hakaret etmesi sanık lehine haksız tahrik teşkil eder…”[4]

      Örnek çok!!!!

      * * * * *

      Kadın yerkürenin sömürülenin de sömürüleni, yoksulun da en yoksulu…

      Örneğin dünyada yoksulluk sınırındaki 1.5 milyon insanın yüzde 70’i kadın…

      Sonra Rusya’da aile içinde yaşanan şiddet sonucu her 35 dakikada bir kadın, eşi ya da erkek arkadaşı tarafından dövülerek öldürülüyor. BM araştırmasına göre, Rus kadınların yüzde 90’ından fazlası evde fiziki şiddete, tecavüze varabilen cinsel tacize ya da genel olarak psikolojik ve ekonomik baskıya maruz kaldıklarını söylüyor…

      Sadece Rusya mı? ‘Küresel Cinsiyet Uçurumu’ raporuna göre dünyada kadına kötü muamelede ilk 10 şöyle sıralanıyor: 1) Yemen, 2) Çad, 3) Pakistan, 4) Nepal, 5) Suudi Arabistan, 6) Benin, 7) Fas, 8) Türkiye, 9) Mısır, 10) Umman… Ya diğerleri?

      Burada bir parantez açarak, belirtelim: Yerkürede kadının sınıflı-sömürücü işbölümündeki yeri, kadının ev içi/ ev dışındaki emeği “değer”sizleşirken dünyada kadın hakları da geriliyor… Bunu kapitalizm ile ataerki el ele yapıyor… Bu da en net bir biçimde, kadın istihdamında karşımıza çıkıyor…

      İşte birkaç örnek…

      Güney Sudan’da polis, pantolon veya mini etek giydikleri gerekçesiyle 20’den fazla genç kadını tutukladı, bazılarını da karakolda dayaktan geçirdi…

      Kadın ticaretinin odağı olduğu bilinen Kıbrıs Rum Kesimi’ndeki durumun vahameti Lefkoşa’da düzenlenen uluslararası konferansla ortaya konuldu. Her yıl adaya ev temizliği gibi işlerde çalışmak umuduyla gelen kadınlardan 2 bini insan kaçakçılarının pençesine düşüyor. Rum Ortodoks Kilisesi’nin göçmen kayıtlarından derlediği sayılara göre 2004’ten beri 400 kadın sırra kadem basmış durumda. Sadece bu yıl 54 kadın tecavüze uğrarken, bunlardan 11’i seks kölesi olarak çalıştırılmış. Polis kayıtlarında inşaatlardan atılmış kadın cesetleri bulunduğuna dair raporlar var…

      İsveç Halk Sağlığı Enstitüsü’nün raporuna göre, özellikle son dört yılda, kadınlar arasındaki alkol tüketimi ürkütücü boyutlara ulaştı. 2003-2007 yılları arasında, alkol bağımlısı kadınların sayısı yüzde 50 artarak 65 binden 100 bine çıktı…

      O hâlde “geleneksel”le kuşatılan kadın konusunda diyebiliriz ki; töre ve namus “gerekçesi”yle işlenen cinayetlerden; ensest yani aile içi cinsel tecavüzden, her türlü taciz ya da şiddetten nikâhlı ırza geçmeye kadar bütün yönleriyle şiddetin mağduru olan kadınlar, sınıflı sömürücü yapılar ile ataerkinin doğrudan zulüm politikalarının nesnesidir…

      Örneğin her dört kadından birinin şiddet mağduru olduğu korku imparatorluğunda; tecavüz kapitalist zorbalığın bir silah hâline gelmiştir. Çünkü kadına yönelik şiddet politiktir…

      * * * * *

      Buradan, kadın(lık) durumu konusunda Türkiye’de “örneği”ne geçersek…

      * Dünya Ekonomik Formu’nun ‘2007 Cinsiyet Uçurumu Raporu’nda Türkiye, araştırmanın yapıldığı 128 ülke sıralamasında 121’inci durumdadır! Listenin sonunda yer alan diğer ülkeler şunlar: Endonezya 81, Malezya 92, Ürdün 104, Birleşik Arap Emirlikleri 105, Katar 109, İran 118, Umman 119, Mısır 120, Fas 122, Suudi Arabistan 124, Pakistan 126, Yemen 128 sırada yer alıyor!

      * BM’nin yayımladığı bir rapora göre, kabinede kadınların temsil edilme oranında da Türkiye, 105 ülke arasında 89’uncu olarak yer aldı!

      * Türkiye’de çalışma çağındaki nüfusun 25 milyon 152 bini işgücüne katılmıyor. Bunların yüzde 47’sini ev kadınları oluşturuyor… Ayrıca çalışamaz hâlde olan nüfusta liderliği kadın elinde bulunduruyor. Toplam 3 milyon 70 bin kişi olan bu gruptakilerin 1 milyon 870 bini kadın!

      * Türkiye’de çalışma yaşındaki her 100 kadından ancak 24’ü iş buluyor… Her 100 çalışan kadından 75’i kayıt dışı çalışmakta… Kadınlara verilen ücret ortalaması 47 YTL. Erkeklere ise 100 YTL… Tarım dışında çalışma yaşındaki her 100 kadından 17.4’ü işsiz… İşsiz olan kadınların sayısı 1994’ten 2006’ya yüzde 8.3’ten yüzde 10.6’ya yükselmiş!

      * Türkiye’de yöneticilerin yüzde 7.8’ini kadınlar, yüzde 92.2’sini ise erkekler oluşturuyor!

      * Türkiye’de ilköğretim çağındaki 640 bin kız çocuğu okula gitmiyor!

      * Ve nihayet: Ankara Ticaret Odası’nın araştırması Türkiye’de 53 milyon insanın yoksulluk, 11 milyonunsa açlıkla karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Yoksulluğun gerçek mağdurları ise kadınlar…

      * * * * *

      Verilerin bu denli acımasız” netliğiyle karşımıza dikildiği Türkiye’de AKP tasallutu, “kadın sorunu”nu daha da ağırlaştırırken; eski AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat, “Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kadınları, feminist ideolojinin kölesi olmadılar, olmayacaklardır,”[5] diyor; cahil cüretiyle Erdoğan da ekliyor:

      “Kadın-erkek zaten eşitiz. Niye kota istiyorsun, sen de çalış, sen de ol. Kota var diye sen Raunda mı olmak istiyorsun? Buyur Raunda ol’ (Türkçe yanlışları benim değildir.)

      “Siyaset risktir, rekabettir. Sen de çalış, sen de yap. Kotayı ben hanımlara saygısızlık olarak görüyorum. Rekabet etmeli, kopara kopara gelmelidirler.”

      “Kadın mal mı ki kotası olsun?”

      Bu yukarıdakiler, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “inci”lerinden birkaçı…

      “Kadın mal mı ki…” diye başlayan bir sözün, kadını daha baştan “mal” olarak görme ve değerlendirme olgusunu ortaya koyduğunun farkındasınız herhâlde.

      Kadın mal mı ki… diye başlayan sözleri T. Erdoğan, kadınlar-kızlar alınıp satılırken söylemiyor. Berdelle değiş tokuş edilirken söylemiyor. Feodal geri kalmışlığın tüm zulmünü yaşarken söylemiyor. Tecavüzcüsüyle evlendirilirken söylemiyor. Namus, ahlâk adına öldürülürken, intihara zorlanırken söylemiyor. Sokakta, evde şiddete maruz kalırken söylemiyor. Polis tarafından tekmelenirken, coplanırken, saçlarından yerlerde sürüklenirken söylemiyor…

      Ne zaman söylüyor? Kadınlar siyasal toplumsal yaşamdan daha çok pay almak istedikleri zaman, bunun tek yolunun “olumlu ayrımcılık”, kota olduğunu belirttikleri vakit söylüyor! [6]

      Geçerken anımsatalım: Kadın kotası 1990’lardan itibaren 41 ülkede yürürlüğe kondu!

      Mesele, “kota”dan çok “kadın sorunu”na bakış ve ele alış tarzına ilişkindir. Yani Hüseyin Üzmez’in tahliyesinden Fatih Altaylı’dan kadınlara yönelik cinsel taciz ve hakarete dek, böyle bu…

      Örneğin AKP’li kadın milletvekillerinin, Vakit gazetesi yazarı Hüseyin Üzmez’in tahliyesi üzerine verdikleri yasa önerisinde, aile içinde veya okulda yapılan cinsel tacizi, ağırlaştırıcı suç kapsamından çıkarması…[7]

      Veya SKY Türk’te yayınlanan ‘Kan Uykusundan Uyanmak’ adlı programda gazeteci Gülay Göktürk’ün orduya yönelik görüşlerine istinaden, Haber Türk Web Sitesindeki köşesinde; “Hanımefendi belki farkındasınız, belki değilsiniz ama o ordu sizin bacak aranızı da koruyor… Türk ordusuna sallayan hanımefendi bilmelidir ki, Türk ordusu Türkiye’nin sınırlarını korur. O sınır ne yazık ki, kadınlarımızın bacak arasına kadar uzanır” şeklindeki ifadeleri yanında; yine Altaylı’nın, avukat Eren Keskin’e yönelik “Gördüğüm yerde cinsel tacizde bulunmazsam namerdim” demesindeki üzere…

      * * * * *

      Erdoğan’dan Hüseyin Üzmez ile Fatih Altaylı’ya uzanan tabloya bütünleyen bir diğer ek de; boğularak nehre atılan, testere ile parçalanan, salıncak ipiyle tavana asılan, kuyuya sallandırılan, traktörle ezilen, kurşunlanan, bıçaklanan kadınlara ilişkin “töre meselesi”dir!

      İstanbul Valiliği’nin ‘Kadının Statüsü Birimi’ne göre İstanbul’da 2006 yılında 35, 2007 yılında ise 18 töre cinayeti işlenmişken “töre meselesi” denilen: Namusu yalnızca kadınların üzerine yükleme onursuzluğuyla onları cezalandıran bir ortaçağ kanununun hâkim olduğu coğrafya kısmi değil, tüm Türkiye’nin bilinci ve Türk erkeğinin zihniyet dünyasıdır. Hukuka değil, töreye vurgu yapan, kendini kabile veya aşiret kültüründen sıyıramamış, demokrasi ve hukuku içselleştirememiş siyasi erkin, töreyi bizatihi bir değer olarak algılayıp kutsamasıysa, kadına olduğu kadar ötekine karşı düşmanlığa, milliyetçiliğe, ırkçılığa içkindir. Bir yandan kadını ve kadınlığı yok ederken, öte yandan namus cinayetlerini belli bir kesime maleden bu tahayyül dünyası, kontrol mekanizmalarından biri olarak açığa çıkan namus cinayetlerini (ki yargısız bir infaz türüdür), feodal sistemle ve bu sistemde yaşayanlarla ilişkilendirilir.

      Ağır eril tahakkümün militer ve milliyetçi boyutlarının toplumsal sızıntısı olarak yaşanan namus cinayetleri ve cinsiyet temelli şiddet, kadının cinselliğinden duyulan korkuyla bağlantılı… Geniş anlamda kadın bekareti ve iffeti, kadının toplumsal cinsiyetinin merkezi olmakla kalmayıp aynı zamanda erkeğin toplumsal cinsiyetinin de merkezidir. Ki bu anlayış, sadece belli bir bölgeye değil tektanrılı dinlere özgüdür. Erkekliğin ölçüsü kadınlar üzerindeki denetime göre belirlenir, itibarı kadının bedenine ve cinselliğine bağımlı kılınır…

      * * * * *

      Sınıflı sömürü ile çitişen ataerkinin töreden gündeliğine dek şiddetine/ tecavüzüne maruz bırakılan kadın(lar)ın durumu; “Çok merak ediyorum, acaba dünyada tecavüz edilmemiş bir kadın var mıdır? Ne dersiniz?” diyen Julia Voznesenskaya’nın saptamasını doğrulamaktadır…

      * Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nın 2006 yılında yaptığı şiddete ilişkin araştırmaya göreyse Türkiye’de kadınların yüzde 53.7’si eşinden, yüzde 2’si kayınpederinden, yüzde 29.8’i kayınvalidesinden, yüzde 13.3’ü ailenin diğer erkek bireylerinden şiddet görüyor!

      * Türkiye Psikiyatri Derneği Genel Başkanı Şeref Özer, Türkiye’de her üç kadından birinin fiziksel şiddet gördüğüne dikkat çekerek, töre cinayetleriyle ilgili şunları söyledi: “Türkiye’de yılda en az 25 töre cinayeti kayda geçiyor. Gerçek sayı bunun çok üzerindedir. Namus ve töre adına kadınlara yönelik kötü muamele, işkence, öldürme, intihara zorlama oranı son yıllarda yüzde 25 arttı. Emniyet verilerine göre, 2001-2004’te aile içi şiddete maruz kalanlarda ölüm oranı yüzde 65’in üzerinde”!

      * Kadınlara Hukuki Destek Merkezi’nin (KAHDEM) mahkemelerin verdiği koruma kararlarıyla ilgili araştırmasına göre, mahkemelere şiddetle ilgili 2019 başvurunun 1404’ü savcılar, 614’ü ise şahıslarca yapıldı!

      Evet, şiddet/tecavüz… Dünya barışı için kuşandığı beyaz gelinliğiyle Pippa Baca, Şemse, Kadriye, Emine… Ayşeler, Fatmalar, Asiyeler… Bunlar “münferit vakalar” falan değil!

      * * * * *

      Kadın sorunu “cinsel” bir ayrımcılığa dayanır, dünya çapındadır ve hep günceldir. Nerede olursa olsun, erkeklerle kadınlar arasında güdülen derin eşitsizlik, bir vesileyle patlak verir. Ülkesine göre, kadınların çalışma yaşamında ya da eğitim olanaklarından yararlanmada açık bir eşitsizlik ya­şanır; ya da siyasal iktidarı kadınlarla erkeklerin eşitçe paylaşmaları yolunda -kadınlar aleyhine- bir “temsil edilmeme” durumu vardır. Daha da vahim olanı, kimi toplumlarda kadınların, korkunç bir cinsel açlığın, bu arada dinmez bir şiddetin sultasında yaşamasıdır: Aile içi şiddet, töre cinayetleri…

      Her iki cinsin statüleri arasındaki farklılığın, kimi zaman iddia edildiği gibi, fizyolojik dayanakları var mı?

      Artık biliyoruz, kadının doğasından değil, tarihten gelen bir durumdur bu itiliş; tarih boyunca, “kozmolojiler, dinler, boş inançlar, ideolojiler, edebiyatlar”, yarattıkları kadın imgesiyle, böylesi bir itilişi hazırlayıp durmuşlardır. “Kadının doğası”, “ebedi kadın” diye bir şey yoktur; cinsler arasındaki farklılıklara yüklenen anlamlar toplumların yarattığı gerçekliklerdir, doğadan gelmezler.

      Yani “kadın olarak doğulmaz, kadın olunur”!

      Öte yandan, kadınların tarihi, genel tarihten olduğu gibi erkeklerin tarihinden de ayrılmadan, her iki cinsin eşitliğine doğru ağır ağır yürümüş bir tarihtir; XIX ve XX. yüzyıllardan beri yaşananı da bir devrimdir.

      Bu devrim bitmemiştir; bitmeyecektir; süreklidir…

      Çünkü nihayetinde kadın(lar)ın kurtuluş mücadelesi sınıf mücadelesinden “bağımsız” değildir; toplumsal kurtuluşla ilintilidir…

      Özetle kadın hakları mücadelesine ilişkin tartışmaları göz ardı etmeden; kadının kadın olmaktan kaynaklanan soru(n)larını da “es” geçmeden; kadınların soru(n)larını sadece erkek egemenliğiyle değil, onu daha da güçlendiren kapitalizmle de bağlantılı olduğunu akıldan çıkarmadan yol almak… Kadınların kurtuluşunun sadece hak mücadelesi ile olmayacağı da bilinmeli, ataerkil kapitalizme dikkat çekilmelidir…

      Nihayet diyeceklerimizi toparlarsak: Kadın mücadelesinin tarihini ya da ulaştığı boyutlarıyla Kürt kadın hareketini var eden biricik, asli dinamik “İsyan”cılığıdır…

      Kadın hareketi, ancak sınıflı-sömürücü yapıyla bitişik ataerkine karşı isyanla/ isyancılıkla var olabilir/ varolacaktır da…

      Bursa’nın Mudanya İlçesi’nde 14 yaşındaki B.Ç.’ye cinsel istismarda bulunduğu iddiasıyla yargılanan 76 yaşındaki Vakit Gazetesi yazarı Hüseyin Üzmez’in, duruşma sonrasında Bursa Kadın Platformu üyesi bazı kadınlar tarafından yumurta ve şemsiyelerle protesto edildiği; bir yumurta ayağına, savrulan bir şemsiye de omzuna isabet eden 76 yaşındaki Üzmez’i Çevik Kuvvet’in kurtardığı; “Üzmez sen hiç terlik yedin mi” diye pankart açıp bağıran kadınlardan ikisi gözaltına alındığı olay, bu “isyancı”lığın bir örneğidir…[8]

      Çözüm bu; burada; bu güzergâhında ufkunda…

      Hem de “Henüz yanıtlanamamış ve kadın ruhuyla ilgili otuz yıl süren araştırmalarıma karşın benim de yanıtlamayı başaramadığım çok önemli bir soru var: Kadın ne ister?” diyen Sigmund Freud patentli saçmalara da inat… 

      11 Şubat 2009 10:37:49, Ankara. 

      N O T L A R

      [1] Fidel Castro Ruz.

      [2] “İmam: Kadın Çalışmasın Nefsine Hâkim Olamaz”, Sabah, 30 Aralık 2007, s.6.

      [3] Hülya Keskin, “Öğrenci Yurdunda Bekâret Testi”, Cumhuriyet, 27 Kasım 2008, s.3.

      [4] “Yargıtay ‘Hayır’ Diyen Kadına Acımadı”, Radikal, 26 Kasım 2007, s.3.

      [5] “AKP Feminizmin Kölesi Olmayacak”, Radikal, 5 Mayıs 2008, s.6.

      [6] Zeynep Oral, “Kadın Mal mı ki Kotası Olsun”, Cumhuriyet, 5 Aralık 2008, s.15.

      [7] Emine Kaplan, “Aile İçi Tacize AKP Koruması”, Cumhuriyet, 3 Kasım 2008, s.6.

      [8] “Üzmez Sen Hiç Terlik Yedin mi?”, Radikal, 11 Şubat 2009, s.8.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.