“Yaklaşık 4 yıldır içinde bulunduğumuz Birleşik Haziran Hareketi ile ilişkimizi sonlandırma kararı aldık. Bunun nedenlerini, varılan bu sonuçta biz dahil kimlerin neden ve nasıl sorumlu olduğunu kamuoyuyla paylaşmayı, gerek bundan sonraki benzer pratiklere ders olmasının gerekse halka karşı sorumluluğumuzun bir gereği olarak gördük.
Ülkemizin son 40 yıllık sınıflar mücadelesi tablosuna baktığımızda, solda ortak hareket kültürünün, bu konudaki söylem ve iddiaların aksine gelişkin olmadığını; birlik, cephe, ittifak vb. açısından başarılı ve öğretici deneyimlerin çok sınırlı olduğunu görürüz. Nitekim Birleşik Haziran Hareketi’ne ilk etapta belirli bir süre için “aktif gözlemci” olarak katılmıştık.
Birleşik Haziran Hareketi’ni daha önceki deneyimlerden ayıran en temel nitelik, sokakta fiilen halkın en büyük örgütüne dönüşen, farklı bir siyaset ve ittifak tarzına işaret eden 2013 Gezi/Haziran direnişini referans alması, o birikim ve deneyimi geliştirerek kalıcılaştırma, planlı-programlı, işleyiş yasaları olan bir yapıya kavuşturma hedefiyle yola çıkmış olmasıdır.
Hareket’in, katılımcılarının kendi aralarında tartışarak geliştirdiği ve “asgari” ölçüleri aşan bir programı vardı. Uygulamada ise bu programa bağlı olarak güncel/acil meseleler üzerinden çeşitli dönemlerde çeşitli hedefler tayin edildi.
İlk fırsatta, daha örgütlü ve nitelikli bir yapıya kavuşmak üzere Türkiye Meclisi’ni yaklaşık 1500 kişiyle toplayan, seçimli delege sistemi yerine gönüllüğü esas alarak burjuva temsil ölçülerini reddeden ve bunu Yürütme ve Sekretarya gibi organların oluşumunda da uygulayan Haziran Hareketi, meclisler üzerinden halkın bizzat katılımıyla örgütlü bir toplum yaratmayı amaçlıyordu.
Bireylerden örgütlere kadar katılımcıların çeşitliliği, Haziran’ın ne olup ne olmadığı konusuna dair fikirleri de bir anlamda “çeşitli” kıldı. Hareket’in birleşikliğinin doğası gereği olarak görülebilecek bu anlama, yorumlama ve uygulama farkı, 7 Haziran 2015 seçimlerine kadar önemli boyutta bir sorun yaratmadı. Hatta o süreçte Haziran, gerek doğrudan katılımcılarda gerekse yüzünü ona dönen geniş kitlelerde umudu büyüten bir odağa dönüştü. O günün yaygın ifadesiyle söylersek, Haziran’ın gölgesi gövdesini aştı. Ne var ki büyük ve uzun erimli hedeflerle yola çıkmış olan bu birleşik hareket, karşılaştığı ilk seçimde, süreci teorik olarak doğru değerlendirmesine rağmen fiziki varlığında belirli bir çözülmenin yaşanmasını önleyemedi.
Çözülmenin ve tekleşmenin nedenleri
Bilinir ki ittifak, farklı sınıf ve tabakaların birliği, ortak hareketidir. Amaçları, tanımı ve hatta kapsayıcılığıyla sol içi birlikten ayrılır. Çeşitlilik arz eden bu tür zeminler, homojen değil heterojendir; bireylerin de örgüt ve çevrelerin de katılımına imkân tanır. Hatta Haziran’ın kuruluş ufkunda yansıtıldığı gibi bu, tüm ezilenlerin potansiyel katılımcı olarak görüldüğü bir kardeşleşme/yoldaşlaşma zeminidir. Bu türden yapıların bir partiden farklı olarak azami değil asgari program üzerine oturması veya Haziran’da olduğu gibi genel programın izdüşümü olarak güncel mücadele eksenleri oluşturulması, o günün koşullarında öne çıkmış olan gündeme yoğunlaşma ve katılımı artırma imkânı tanır. Nitekim eğitim boykotuvb. pratiklerde bu türden bir süreç yaşanmış, Haziran’la neler ve nasıl yapılabileceğine dair öğretici izler bırakılmıştır.
Ne var ki umut veren bu olumlu gelişmeler, seçim sürecinde farkların kimileri için yol ayırımını beraberinde getirmesini önleyemedi. Bunun bireyden bireye, yapıdan yapıya farklı nedenleri olsa da genel boyutuyla ülkemizde seçime yüklenen anlamla ve cephe kültürü (hatta devrim-cephe ilişkisi) bağlamında sahip olunan farklarla ilintili olduğunu söylemek mümkün.
Birleşik mücadelenin, farkları yok eden değil farklara rağmen yürütülen bir zemin olduğu gerçekliği hemen her bileşen tarafından kabul görse de uygulamada farkların öznelleştirici etkisinin aşılamadığı, damar sertliği yaratarak kolektif çalışmayı güçleştiren (örgütte) dar grupçu, (bireyde) “ben”ci/bireyci alışkanlıkların sık sık nüksettiği görüldü. Buna rağmen örneğin 16 Nisan Referandumu, Haziran’ın içsel bağlara takılmadan rolünü doğru oynayabilmesi halinde ne denli etkili olabildiğini gösteren özgün bir pratik oldu.
Devam eden süreçte, azalan bileşen sayısına bağlı olarak, Hareket içinde öznel hesap ve davranışlar artmaya ve daha görünür olmaya başladı. İç problemlerin arttığı ve ayak bağı olduğu bu süreçte giderek sokakta da görünürlüğü azalan Haziran, kurullarını toplayamayan, karar alamayan bir aşamaya gelerek tıkandı. Bu tıkanmayı aşmak için gösterdiğimiz her çaba ve yaptığımız her görüşme, Haziran’da ev sahibi gibi davranan ve yapıyı tepeden tırnağa kadar domine etmeye başlayan ÖDP’nin direnciyle boşa düştü. Deyim yerindeyse cephe denilince, kendisinin ideolojik politik belirlenimi altındaki güçlerin cephesini yani kendi dar bağlamdaki cephesini, birleşik mücadele denilince en yakın çevresinin birleşikliğini anlayan bir duruşla karşılaştık.
Günah keçisi aramıyoruz
Bugün bu noktaya gelinmiş olmasının tek sebebi elbette ÖDP değil. Tek tek her bileşenin ve bir arada hepimizin sorumluluğu vardır. Örneğin TİP’li arkadaşların sanıldığının aksine 24 Haziran seçimlerinden çok önce ruhen ve büyük oranda fiilen çekilmiş olması, meclis vb. zeminlere sadece sembolik bir katılım göstermesi, bu sonuca vardıran nedenler içinde sayılmalıdır.Bunun yanında kendilerine de ifade ettiğimiz gibi TİP’li arkadaşlarımızın 24 Haziran’da benimsedikleri siyasi tercihler, Haziran hukuku ile değilse de Haziran siyaseti ile aralarında ciddi bir mesafe oluşturmuştur.
Bize gelince, tüm bileşenlerin takdir ettiği gibi hiçbir zaman dar grup çıkarı ile hareket etmedik. Ancak işlevini ve niteliğini doğru anladığımız, sıkça ve kapsamlı boyutlarda yer vererek gerek önemi gerekse nasıl olması gerektiği üzerinde durduğumuz Birleşik Haziran’ı, kimi yerlerde yoldaşlarımıza anlatamadık veya kavratamadık ve sonuçta mevcut örgütlü potansiyelimizi iddiamızla doğru orantılı olarak sürece katamadık. Bu durum bundan sonraki birleşik mücadele pratiklerinde aşmamız gereken en temel eksiğimizdir.
Kendi dışımızdaki tabloda öznelerin rolünü aktarırken amacımız bir günah keçisi oluşturmak veya bugüne dek Haziran yoldaşlığı yaptığımız ve belki yarın bir başka zeminde yine benzer amaçlarla bir araya geleceğimiz bir örgütlü yapıyı yıpratmak değildir. Böyle bir toplamda ÖDP’ye özel bir vurgu yapmamızın sebebi, daha önce de gözlediğimiz ÖDP=Haziran denkliğinin son zamanlarda taammüden (bilerek ve tasarlayarak) kurulur ve bunda tüm uyarılarımıza, ikili görüşmelerimize rağmen ısrar edilir hale gelinmiş olmasıdır. Öyle ki Haziran’ın iç problemlerine çözüm arandığı ve yapıcı hamlelere ihtiyaç duyulan bir tarihsel anda, birkaçı hariç ÖDP’li arkadaşlarımızın tamamı Hazırlık Kurulu’ndan hiçbir açıklama yapma ihtiyacı duymaksızın ayrılmış ve yoldaşlık hukukuna karşı nasıl bir keyfiyet içerisinde olduklarını göstermişlerdir. Bunun devamında merkezi sosyal medya hesaplarını kullanmaya devam etmeleri ise (etik olarak da sorgulanabilir ama) en yumuşatılmış yorumla, her türlü hakkı kendinde gören ev sahibi konumuna kendilerini ne denli alıştırmış olduklarını gösterdi.
Aynı arkadaşlarımızın bugünlerde dillendirdikleri,örgütlü bileşenler hukuku yerine meclislerin iradesinin yansıtıldığı yürütmelerin oluşmasıbiçimindeki öneri de sorunların yanlış teşhis edildiğini gösteren, dolayısıyla da gerçekliğin üzerinden atlayan, sorun çözücü olmaktan uzak bir öneridir.Çünkü İkinci Türkiye Meclisi’nde alınan karar gereği, örgütlü bileşenler zaten yalnızca birer temsilci ile Türkiye Yürütmesi’ne katılmışlardı. Bu da bölge meclislerinden gelen temsilci sayısının yanında çok sınırlı kalan bir toplamdır. Üstelik bölge meclis temsilcilerinin neredeyse tamamı ÖDP’li arkadaşlardan oluşmuştur. Eğer sorgulanacaksa, örgüt temsiliyeti değil, çok daha ağırlıklı bir temsiliyete sahip arkadaşlarımızın, bölge iradesini yansıtmak yerine siyasal aidiyetlerinin rengini hâkim kılmaya çalışarak tabanın söz ve karar sahibi olma hakkını tekellerine almaları sorgulanmalıdır. Yani ortada, teknik bir meseleden veya şeklî düzenlemeyle aşılacak eksikliklerden öte bir anlayış sorunu vardır.
Sayısal çoğunluğa sahip ÖDP’li arkadaşlarımız, sessiz kalmak, katılım göstermemek vb. biçimlerde de süreci tıkayabilmiş, istemedikleri hemen hiçbir adımın atılmasına fırsat vermeyerek, çok sesliliği (birleşik hareket işleyişini) önlemişlerdir. Örneğin 24 Haziran seçimlerinden hemen sonra, durumu değerlendirmek ve yeni bir yol haritası çizmek amacıyla Hazırlık Kurulu’nu temsilcilerimiz aracılığıyla toplantıya çağırdığımızda, kurulun sadece ÖDP’li üyeleri çağrımıza yanıt vermedi. Arkadaşların Hazırlık Kurulu’ndan çıkmalarından sonra bir kez daha sorumluluk çağrısı yaparak kurulun toplanmasını talep ettiğimizde çağrımız yine kendileri tarafından yanıtsız bırakıldı. Özetle Haziran Hareketi’nin uzunca bir süre sessiz ve işlevsiz halde kalmasının ağırlıklı sorumluluğu ÖDP’li arkadaşlardadır.
Birleşik mücadeleyi sakatlayarak tekleştiren nedenlere değinirken üzerinden atlanmaması gereken deneyimlerden biri de Birleşik Haziran Hareketi Eğitim Komisyonu’nun belirlediğiOkul Savunmalarıçalışmasının Veli-Der ile ikame edilmiş olmasıdır. Haziran meclislerinin düzenlediği laik eğitim forumlarının tamamına Veli-Der de davet edilmiş ve Okul Savunmaları’nın yerine Veli-Der’de örgütlenme çağrısı dile getirilmiş hatta birçok Haziran meclisinin bir dönem boyunca temel meselelerinden biri bu olmuştur.
İşin düşündürücü tarafı, arkadaşlarımız bu haliyle Haziran’ın iyi gittiğini, böyle devam edebileceğini düşünmektedir. Son olarak Ankara ve Muğla’da yapılan forumların, organize ediliş şeklinden içerik, afiş ve sloganlarına kadar bir çeşit “ÖDP forumu” olarak yapılması; örneğin Muğla Meclisi’nin düzenlemiş olduğu forumun çağrı sloganının Yol Dergisi’nin sloganı ile aynı olması onları rahatsız etmemiş, hatta böyle başarılara (!) imza atmaya devam edecekleri mesajını vermişlerdir.
Gerçekte çok seslilik iddiasıyla kurulmuş olan Haziran’ı tek sese (gökkuşağından tek renge) indirmiş olmak anlamına gelen ÖDP’nin “Krize Karşı Dayanışma Ağları” biçimindeki ÖDP’nin siyasal çalışmasınıforum başlığı yapmak, bugünün mücadele ihtiyaçlarını da yanlış kavramaktır. Elbette “dayanışma ağı” da oluşturulur “takas pazarları” da kurulur; ancak bugünün mücadele ihtiyacı da krize karşı devrimcilerin nerede ve nasıl durması gerektiği de bu türden araçları çokça aşan niteliktedir. Emperyalist krizi bir doğal afet gibi görmemesi gereken devrimciler, siyasetin merkezine krizi derinleştirmeyi ve buradan halk lehine pozitif kazanımlar elde etmeyi hedefler.
Ortaya çıkan tablo, meselenin sanıldığının veya kimilerinin göstermek istediğinin aksine Haziran içinde örgüt temsiliyetinden veya örgüt-birey ikileminden öte nedenlere dayandığını gösteriyor. Yaşanan pratik, karşılaşılan sorunlar ve Haziran’ın sonunu getirme pahasına ısrarcı olunan, kendini fikriyle ve kadrolarıyla dayatma biçimindeki tekçi ve benmerkezci duruş, nasıl bir yabancılaşma içinde olunduğunun, yarış ve rekabet iklimine nasıl yenik düşüldüğünün göstergesi olarak okunabilir.
Birleşik mücadele, tarihsel bir sorumluluktur; devrimde ısrar ciddiyetidir
Konu bağlamında söylersek; Leninizm, emperyalist dönem Marksizmidir; mücadele alanlarının da mücadele biçimlerinin de diyalektiğidir; ezilenlerin yoldaşlığının zorunluluğunun, ittifakların doğru seçiminin gerekliliğinin programatik temellere oturtulmasıdır.Lenin’in bu kapsamdaki “proleter devrim” tanımı, tüm ezilenlerin “emekçi” başlığı altında toplanmasını ve yaygınlıkla bilindiğinin aksine, etnik veya mezhepsel değil sınıfsal bir ortaklaşmayı gerektirir.
Tam da bu bağlamda birleşik mücadele, Leninist Devrim Anlayışı’nın gereğidir; olmazsa olmaz önemdedir. “Hem parti hem Sovyet” diyen Lenin’in, “Tüm halkı savaştırmalıyız” diyen Giap’ın, “İçinde bulunulan tarihsel anda devrimden yana çıkarı olan bütün sınıf ve tabakalar halktır” tanımını yapan Mao’nun, parti-cephe bütünlüğünden söz eden Mahir’in işaret ettiği perspektiftir bu. Veya “Tek Yol Devrim+Direniş Komiteleri”nde ifadesini bulan mücadele diyalektiğinin bugüne izdüşümüdür.
Elbette bugün ne Mahirlerin Parti-Cephe pratiğini ne Direniş Komiteleri’ni ne de Fatsa, Tariş, ÖTK vb.ni mücadele zeminine bir şablon olarak taşıyamayız. Mesele, birleşik mücadelenin bugünün koşullarında doğru anlaşılıp gereklerinin yerine getirilmesidir.
Öncelikle 24 Haziran sonrasında girilen sürecin, emek-sermaye çelişmesi, dolayısıyla da sınıflar mücadelesi açısından ne anlam ifade ettiği doğru değerlendirilmelidir. Özetle, sermayenin çıkarlarının azami boyutta gözetileceği sömürge tipi başkanlık koşullarında demokrasi sorununun kapsamı daralacağına genişlemiştir. Parlamentonun biçimsel de olsa işlevi kalmamış, kuvvetler ayrılığı bütünüyle yok edilmiştir. Bu vb. düzenlemeler, yaşanan hak gaspları, faşizmin varlığının daha da derinleşip kapsam büyütmesi, benzer şekilde ekonomi dahil yaşamın her kesitinde emperyalizmin varlığını derinleştirmesi, emperyalizme ve faşizme karşı verilecek bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinin kapsamını büyütmüştür.
Mevcut koşullarda, “yalnızca öncüyle zafer olmaz; devrim kitlelerin eseri olacaktır” diyen Lenin’e kulak vermek, halkın olduğu her yere gidip itirazda da alternatifte de halkın bizzat katılımını sağlamak durumundayız. Bu bağlamda devrimcilerin aktüel görevlerinin baş çelişme tarafından tayin edildiği, baş çelişmenin de açık faşizm ile halk arasındaki çelişme olarak değerlendirildiği bu tarihsel kesitte, birleşik mücadele tarihsel bir sorumluluktur, devrimde ciddiyet ısrarıdır.
Bugünün birleşik mücadele zemininde Haziran dışında kalan örnekler de umut verici olmaktan uzaktır. İçinden geçmekte olduğumuz dönemin devrimciliğinin omuzlarında, doğru araç ve yöntemler geliştirmek gibi bir sorumluluk da vardır. Bu alanlar boş bırakıldıkça veya stratejik ufuk kaybolduğu, özgüven yitirildiği oranda günü kurtaran, konjonktürel güçlere yedeklenen öznelerin sayısı artacaktır.
Halbuki bugün, hiçbir kör nokta bırakmayacak şekilde kapitalizmin yaşamın kılcallarına dek taşındığı bu koşullarda, Sovyet veya Küba deneyimini de THKP-C’nin C’sini de aşan, tekrarı değil güncelleyerek yeniden üretimi gözeten yaratıcı bir duruşa ihtiyaç vardır.
Birleşiklik, gerek sonuç alıcı bir güç oluşturmak gerekse üretim ve yaratıcılıkta ihtiyaç olan zenginliği sağlamak açısından olmazsa olmaz önemdedir. Bugün Haziran Hareketi’nin birleşik bir güç olma bağlamında ömrünü tamamlamış olması bu gerçekliği değiştirmiyor. Bizler, devrime ve halka karşı sorumluluğumuz gereği, öz örgütlenmenin yanında cephesel örgütlenmeye açık olmayı ve bunun için emek harcamayı sürdüreceğiz.
Bizim birleşik mücadeleden anladığımız, yalnızca bilekleri değil yürekleri de birleştirmektir. Kavgada omuzdaş, yaşamda yoldaş olmaktır. Parçanın bütünü büyüttüğü, bütünün parçayı çoğalttığı bir kapsama diyalektiğidir. Halkın sorunları üzerinden politik yaşama katıldığı, umudu şansa bırakmadığı ve kendi eyleminin öznesi olduğu bir hareket oluşana dek bu kapsayıcılıkta ısrarcı olmaya devam edeceğiz. 11 Kasım 2018″